Türkiye’de bazı yaralar vardır, kanamaz ama eksiltir. Toprağın gölgesini, köylünün hatırasını, bir ağacın yüz yıllık bilgeliğini alır götürür. Sonra yıllar geçer, o boşluğun nedeni unutulur; yalnızca sessiz bir hüzün kalır. Ceviz ağacı da böyle eksildi bu ülkede. Hem de iki kez. Ama ilginç olan şudur: Hep mobilya sanayinin suçu bilinir; oysa ilk derin yara bambaşka yerden, silahın dipçiğinden geldi.

BİRİNCİ DARBE: NATO’NUN GÖLGEDE KALMIŞ CEVİZ SEFERBERLİĞİ

Türkiye 1952’de NATO’ya girdiğinde, kimsenin aklında ceviz ağacı yoktu.
Ama dünyanın bütün orduları bilir: En dayanıklı dipçik cevizden çıkar.
Geri tepmesini en iyi o emer.
Çatlamaz, hafiftir, mühendislik açısından neredeyse mucizedir.

NATO standardizasyonu devreye girince Makine Kimya Endüstrisi’nin listesine birden yeni bir satır eklendi: “Yerli ceviz”.

Sonra ne mi oldu?

  • Ülke genelinde yaşlı cevizlerin tespiti için memurlar dolaştı.
  • En verimli, en iri gövdeli, en dayanıklı ağaçlar işaretlendi.
  • Bazı köylerde askerî araçlar sabahın erkeninde geldi; “dipçiklik ağaç” diye ayrılanlar birkaç gün içinde kesildi.
  • Bu operasyonun büyük bölümü kayda bile geçmedi; çünkü iş “ülkenin güvenlik gereği” olarak yürüdü.

Bu kesimler sessizdi.
Gazeteye çıkmadı, köy kahvesinde bile konuşulmadı.
Ve sonuçta İç Anadolu’nun, Karadeniz’in iç vadilerinin, Gümüşhane–Bayburt hattının yaşlı ceviz nüfusu birkaç yıl içinde dramatik biçimde çöktü.

Bugün Türkiye ceviz ithal ediyorsa, işin sadece ekonomik yönüne değil; 1950’lerde sessizce yok edilen yaşlı ceviz gen havuzuna da bakmak gerekir.

Biz bu ülkenin mühendisliğini toprağından söküp attık.
Hem de tüfeğin kabzası için.

İKİNCİ DARBE: MOBİLYA SANAYİNİN DİREKLER ARASINDAKİ HIRSİ

Türkiye’nin cevizle ikinci sınavı daha gürültülü, daha görünür ama yine de kimsenin üstünde durmadığı bir dönemdir.
1950’ler sonrası şehirleşme hızlanırken mobilya sanayii büyüdü.
Yeni zenginleşen bir toplum vardı; herkesin evine cevizden bir vitrin, bir masa, bir yatak odası takımı giriyordu.

Ceviz ağacı bir anda prestijin sembolüne dönüştü.
Ve sanayinin açlığı sınırsızdı.

  • Konya–Afyon hattında yaşlı cevizler kamyonlara yüklendi.
  • İç Anadolu’daki köy meydanlarının gölgesi bir anda ortadan kalktı.
  • “Altı kişi kucaklardı” diye anlatılan o ihtiyar ağaçlar fabrikaların kereste sahalarında yok oldu.

Orman dergilerinde “Dikkat: Ceviz yok oluyor” uyarıları çıktı ama kimse dinlemedi.
Çünkü ceviz, bir yandan kültür, öte yandan kazançtı.
Kazanç ağır bastı.

Mobilyanın ceviz açlığı, NATO’nunkinden daha uzun sürdü; fakat ilk darbeyi kadar hedefli değildi.
NATO yaşlı, geniş, değerli bireyleri seçmişti.
Mobilya sanayii ise bulduğu her gövdeyi tüketti.

İki dalga birbirini tamamladı; bir nesil içinde Anadolu’nun yüzyıllık ceviz belleği silinip gitti.

KAYBOLAN SADECE AĞAÇ DEĞİLDİ

Biz bu topraklarda cevizi yalnızca bir meyve ağacı olarak görmeyiz.
Bir aile gölgesidir, bir evin hatırasıdır, düğün gölgesidir, yaşlıların dinlendiği sedir ağacının karşısındaki köşe serinliğidir.

Şimdi dönüp bakınca şunu fark ediyoruz:

Ceviz kaybettikçe sadece tarımsal üretimi değil; kültürel bir gölgeyi, bir gen mirasını, bir coğrafyanın kendine has hafızasını da yitirdik.

Bugün ceviz ithal etmek sadece bir ekonomi meselesi değil;
1950’lerde yanlış kararların, 1960’larda kontrolsüz kesimlerin, 1970’lerde süren sanayi iştahının bedeli.

Bir ağacı kesmek kolaydır;
ama onun yüz yıllık hikâyesini yeniden büyütmek kolay değildir.

SON SORU ŞU:

Bu ülke ceviz ağacını iki kez vurdu.
İlkinde tüfek için, ikincide vitrin için.

Peki biz bu ülkenin gölgesini ne zaman geri isteyeceğiz?
Yoksa gölgesiz bir coğrafyanın sessizliğine alıştık mı?