Cumhuriyet’in başkenti olmak, Ankara’ya yalnızca yeni kurumlar değil, yeni bir yaşam tarzı da getirdi. Sinema, bu yeni hayatın en cazip, en büyüleyici parçalarından biriydi. Şehrin tozlu sokaklarında, rüzgârın savurduğu bozkır ayazında, bir perdenin beyaz yüzeyine düşen ilk görüntüler yalnızca bir filmi değil, bir çağın başlangıcını haber veriyordu.
Çocukluğumun Perdesi: Kastamonu Halk Evi
Sinemayla ilk tanışmam Ankara’da değil; çocukluk yıllarımda Kastamonu Halk Evi’nde oldu. Haftada bir akşam, bütün ailemizle giderdik: babam, annem, abim, kız kardeşim ve ben. O küçük salonda kovboy filmlerinden melodramlara, renkli filmlerden komedilere kadar ne oynarsa izlerdik. Gazozlarımızı alır, koltuklara oturur, hep birlikte o filmlerin dünyasına girerdik. Çocuk aklıma o salon dev bir dünya gibi görünürdü; belki de Ankara’ya geldiğimde aradığım tam da bu büyüydü.
Ankara’da İlk Perde
Ankara’ya geldiğimde ilk haftamda abimle birlikte Bahçelievler Son Durak’taki Arı Sinemasına gittik. O anı asla unutamam. Arı yalnızca bir sinema salonu değil, modern bir mimari manifestoydu. Yüksek tavanları, loş ama büyüleyici ışıkları, fuayesindeki polyesterle kaplanmış yapay havuzuyla insanı başka bir dünyaya alıp götürüyordu.
O akşam izlediğimiz film Akbaba’nın Son Üç Günüydü. Filmin ilk yarısı bittiğinde abim bana dönüp sordu: “Nasıl buldun?” Ben de “Çok güzel ama altyazılar çok silik, seçemiyorum” dedim. Abim hafifçe gülümsedi, gözlüğünü çıkardı ve “İkinci yarıda bir de böyle bak” dedi. Işıklar söndü, projektör yeniden çalıştı, film kaldığı yerden devam etti. Gözlüğü taktığım anda dünya değişti. O sahneler, yüzler, sokaklar birden keskinleşti. Ertesi gün soluğu Hacettepe Üniversitesi Medikal Merkezi’nde aldım ve hayatımın ilk gözlüğünü orada yaptırdım. O günden beri gözlüklüyüm; hâlâ yalnızca yatarken çıkarırım. Sinema benim için yalnızca bir hikâye değil, hayatımı netleştiren, dünyayı yeniden görmeme sebep olan bir deneyimdi.
Yeni Başkentin İlk Salonları
Ankara’da sinemanın hikâyesi 1920’lerin ortalarında açılan Milli Sinema ile başlar. Ardından Yeni Sinema ve Şehir Sineması gelir. Bu salonlar yalnızca film izlenen mekânlar değil, başkentin sosyal laboratuvarlarıydı. Genç Cumhuriyet’in memurları, öğrencileri, yeni yetişen entelektüelleri aynı salonda buluşur, birlikte güler, birlikte ağlar, birlikte hayal kurarlardı.
Efsane Salonların Kısa Tarihçesi ve Hazin Sonları
Milli Sinema – 1920’lerin ortasında açıldı, Chaplin ve Harold Lloyd filmleriyle Ankaralıları tanıştırdı. 1950’lerden sonra kapandı, yerine ticarethaneler geçti.
Büyük Sinema – Ulus’un kültürel kalbi. Festival gösterimleri, gala geceleriyle ünlüydü. 1983’te çıkan yangınla kül oldu. O yangının dumanı hâlâ Ulus’un hafızasında.
Yeni Sinema – Opera Meydanı’ndaki en prestijli salonlardan biriydi. Beethoven’ın 9. Senfonisi ile açıldı, 1970’lerde otoparka dönüştü.
Sus Sineması – Mütevazı bir semt sinemasıydı. Yeşilçam melodramları en çok burada izlenirdi. Sonunda sessizce kapandı; adı “Sus” kaldı ama sesi hâlâ belleğimizde.
Kavaklıdere Sineması – Avrupa sanat filmlerinin merkezi. 2000’lerde AVM projelerine yenik düştü.
Arı Sineması – 1969’da açıldı, Bahçelievler’in gözbebeğiydi. Modern ses sistemi, geniş fuayesiyle bir dönemin en prestijli salonu kabul edilirdi.
Salonun Kokusu, Projektörün Sesi
O salonların kokusu hâlâ burnumda: kadife koltukların ağır kokusu, projektörün hışırtısı, yanık film kokusuna karışan gazoz ve kavrulmuş leblebi. Sinema yalnızca bir seyirlik değildi; o karanlıkta kurulan hayallerdi, ilk heyecanlardı, bazen ilk gözyaşlarıydı.
Perde Kapanırken
Ama zaman, bütün büyüler gibi bu büyüyü de bozdu. Birer birer kapandı salonlar. Büyük Sinema yangında, Yeni Sinema otoparkta, Kavaklıdere betonun gölgesinde, Arı sessizce kapandı. Perdeler bir daha açılmadı.
Belleğin Son Perdesi
Bugün geriye yalnızca anılar kaldı. Ama belki de sinema tam da böyle bir şeydi: biten bir hikâyenin belleğimizde sürmesi. Ben hâlâ her Kızılay’a gidişimde, Büyük Sinema’nın gölgesini kaldırım taşlarının üzerinde görür gibi oluyorum. Kastamonu Halk Evi’nde başlayan büyü, Bahçelievler’de başka bir boyuta taşındı ve bir gün perdeler kararsa da içimdeki film hâlâ sürüyor.