Anımsayacaksınız: Geçtiğimiz günlerde burada Ankara’ya dair bir ironi yazmıştım. Böcek dönüşümünden yola çıkıp, kentin geçirdiği sancılı metamorfozu anlatmıştım. O ironiyi şimdi ülke ölçeğinde de kurabiliriz. Çünkü yaşadığımız büyük yıkım yalnızca bir deprem değil; kentleşme serüvenimizin kabuğunu çatlatan bir yüzleşmeydi.
Geçtiğimiz aylarda Gizlenenin Peşinde programında Mimar Kadri Atabaş’ı konuk ettim. Atabaş’ı yalnızca bir mimar olarak tanımlamak eksik olur; ODTÜ’de uzun yıllardır dersler veren, jüri üyelikleri ve başkanlıkları yapan bir meslek insanı. Üstelik 1970’lerin sonunda, Ali Dinçer’in Belediye Başkanlığı döneminde Ankara Belediyesi’nde Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmiş, Batıkent Projesi’nin de omurgasında yer almış bir isim. Ve bir not daha: Atabaş, bugün Söğütözü’nde yükselen Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi binasının da mimarıdır. Yani kenti hem çizen hem yöneten, hem de planlayan bir tanık.
Sohbete şu soruyla başladım: “Kadri abi, biz niye yıkıldık?”
İlk yanıtı kısa ama tokat gibi geldi:
“Niye yıkılmayalım ki!”
KENTİN EKSİK HARCI
Kadri Atabaş’a göre bu bir mühendislik krizi değil sadece. Biz daha mahalle ve sokak kültürünü sindirmeden, kapalı sitelere sıçradık. Kent hâlâ bir “konaklama alanı” gibi; kalıcı değil geçici. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “şehirde misafiriz” tespiti hâlâ geçerli.
PLAN AHLAKI VE AF ZİNCİRİ
1980’lerden sonra gecekonduya hem tapu hem kat izni verilmesi “yapanın yanına kâr” anlayışını yaygınlaştırdı. İmar afları, plan disiplinini ve kamusal vicdanı parçaladı. Parseller, kamunun değil mülk sahibinin küçük krallığına dönüştü; sokaklar daraldı, yeşil alanlar eridi.
DENETİMİN YANILSAMASI
Kâğıt üzerinde yapı denetim sistemimiz var ama kırımlı ihalelerle etkisiz. Daha önemlisi, iç tadilatlar izne tabi değil; kolon kesilmesinden ara duvar kaldırılmasına kadar pek çok değişiklik kontrolsüz. Atabaş’ın altını çizdiği gibi, “Amerika’da yapının içindeki değişim için bile mimarın onayı gerekir.” Bizde ise çoğu kez komşu şikâyetiyle ortaya çıkıyor.
ÇIKIŞ YOLU
Atabaş’ın önerileri somut:
- Yerel estetik ve plan kurulları oluşturulmalı; meslek odaları ve üniversiteler karar süreçlerine dahil edilmeli.
- İç tadilatlar izne bağlanmalı ve her 10–15 yılda bir periyodik bina güvenlik muayenesi yapılmalı.
- Parsel bazlı merkezi müdahaleler sınırlandırılmalı; plan bütünlüğü korunmalı.
SON SÖZ
Bu söyleşiden bana kalan en çarpıcı cümle, “Konut toplamın yüzde onuysa, geri kalan yüzde doksan kenttir” cümlesi oldu. Kent yalnızca binalardan ibaret değil; altyapısıyla, ortak etik sözleşmesiyle bir bütün.
Belki de şimdi yapmamız gereken, yıkıntılar arasında yeni bir plan ahlakı inşa etmek ve o kabuğu yeniden örmek. Çünkü kent, medeniyettir; medeniyet acele etmez.