Vergiler coştu. Seçim öncesinde masa kazansın diye çabalayan bazı kişiler sosyal medyadan AKP’ye oy verenlere pek...

Vergiler coştu. Seçim öncesinde masa kazansın diye çabalayan bazı kişiler sosyal medyadan AKP’ye oy verenlere pek te hoş olmayan dokundurmalar yapıyorlar. Ayşe Arman vergilere iyice saydırdıktan sonra “Yüzde elli iki! Size de günaydın!” diye final yazmış. Nedense bazıları hafif haince bir mutluluk bile duymuşlar bu zehir vergilerden sonra.

Bir ülkede katma değer vergisinin artırılması; ekonomik krizin varlığının ve gerçekliğinin devlet tarafından alelen kabulü demektir. Artışlar içinde üç katına çıkarılan vergiler bile var. Şimdi yüzde elli ikiye oh oldu düşüncesini bir tarafa bırakıp bakarsak Mehmet Şimşek’in açık ve gerçekçi politikaları hayata geçiyor. Ekonomik krizin varlığını kabak gibi ortaya koyuyorlar ve olabilecek her türlü vergiye yükleniyorlar.

Önümüzdeki hafta dünya tarihi açısından çok önemli bir olayın yıldönümü… 14 Temmuz 1789’da Paris halkı Bastil Hapishanesine saldırdı ve dünyayı tamamen değiştirecek Fransız ihtilali fiili olarak başladı. Neden Fransız halkı Bastil Hapishanesine saldırmıştı? İçerde çok önemli bir devrimci mi tutuluyordu? Hayır, deri topu 7 tane tutuklu vardı ama 12 Temmuz’da Bastil’in kulelerindeki topların Kral’ın emriyle halka doğru çevrildiği bilgisi yayılmıştı. Kendi savaş toplarının kendilerine çevrilmesi zaten bir aydır savaş alanına dönmüş Paris’te halk için son damla olmuş ve soyluların, hatta Fransız ordusunun bir kısmının dahi katıldığı silahlı gruplar Bastil’e saldırıp kanlı bir çatışma ile kendi insanlarını vurdukları korkunç bir günden sonra ele geçirmişlerdi. Bazı kaynaklarda topların yerinde durduğu, bir gün önce cephaneyi basıp binlerce tüfeğe el koyan halkın mermi almak için Bastil’e saldırdığı yazılır.

Neden Paris savaş alanına dönmüştü? “Efendim Marie Antoinette pasta yesinler demişti. Çok para harcıyordu da o yüzden halk fakirdi. Soylular azıtmıştı” gibi romantik unsurları bir kenara bırakırsak gerçek neden şuydu ki; Fransız ekonomisi çökmüştü ve 30 yıllık bir uğraşa rağmen çözüm bulunamadığı için artık monarşinin ekonomiyi düzeltebileceğine inanç kalmamıştı. Devrimi yönetenlerin içinde Finans Bakanı’nın da olduğu düşünüldüğünde pasta yesinler sözünün zorlarına gitmesi değil, toplumun uzun yıllar süren yoksulluğa ve ekonomik çöküntüye çözüm bulamamış bir sistemi değiştirme çabası içinde olduğu görülür. Fransız ekonomisi neden çökmüştü? İyi yönetilemiyorlardı ve 1963’de biten 7 yıllık savaşta çok para kaybetmişlerdi. En son büyük darbeyi bizlerin Teksas ve Tom Miks kitaplarından okuyup Fransızlara sempati, kırmızı ceketli İngilizlere gıcıklık duyduğumuz Amerika Bağımsızlık Savaşı vurmuştu. İngiltere bu savaşı kaybetmesine rağmen sömürgelerinden gelen kaynaklar nedeniyle finansal bir zarar görmemişti. Oysa sömürgeleri kaybeden Fransa, güya kazandığı bu savaşa gönderdiği donanmalarını okyanusta ayakta tutmak için korkunç paralar harcamıştı. Vergi sistemleri berbattı, halkın elinden neyi varsa alan soyluların tahsilatlarıyla kaynak sağlanmaya çalışılıyordu. 1781 yılında İsviçre’den ünlü bir banker (Bana hep Kemal Derviş’i hatırlatır) getirilmiş ve doğru dürüst bir devlet sistemi kurmaya çalışmıştı, üstelik Fransızlara içecek ayranları yokken kürk ile Amerika Bağımsızlık Savaşı’na gitmemelerini önermişti, fakat adamı kovdular. Bütün halkların en birinci düşmanı olan elitizm de ekonomik krizin yarattığı açlık ve yokluğun üzerine tuz biber ekti; monarşiden yana olan Fransız soyluları ve Kral, halk temsilcilerinin katılımı ile kurulan Ulusal Meclis’i bir türlü kendileriyle eşit bir şey olarak göremediler. Hem aç hem de aşağılanan bir halkı kim nasıl tutabilir ki?

Şimdi diyeceksiniz ki “Yahu yazdıklarında bir sürü tanıdık unsur var, ama bizim halkımız gayet memnun. Değil Fransız İhtilali yapmak, Reis’e ağzımızı açsak bizi dövecekler!”. Yurtdışında bazı kuruluşlar bizim toplumumuzu antropolojik inceleme konusu yapmış; bir ülkede 15 Temmuz kalkışması, ekonomik kriz, deprem, bir türlü halledilemeyen güneydoğu meselesi gibi bin türlü dert yaşanır fakat nasıl olur da iktidar bir türlü değişmez anlamıyorlar. Bunu biz de merak ediyoruz ama galiba yaşadığı o dev saraya rağmen Tayyip Erdoğan hala anti-elitist bir görüntü çizmeyi başarıyor. Halkımız saraya baktığı zaman XVI. Luis’i ve Marie Antoinette’yi değil kendileri gibi bir insanı ve onun mütevazi karısını görüyor. Ne Kemal Kılıçdaroğlu ne de Meral Akşener ile Tayyip Erdoğan ile kurdukları bağı kuramıyorlar. Birbirimizi kandırmayalım; kadınlarımızın çoğu Tayyip Erdoğan’a oy veriyor. Ilımlı Müslüman kadınlarımız İstanbul sözleşmesinden çıkmış olmamızdan rahatsız değiller. “Kadına şiddete izin vermeyeceğiz” dediği sürece “Kadın ile erkek eşit değildir” diyen bir cumhurbaşkanına hiç itirazları yok. Hatta Cumhurbaşkanımız gençken çoğu kadınımız onda evlenmek istediği erkeği görüyordu. Yaşlı kadınlar da Allah’a onun gibi bir damat için dua ediyorlardı. Kim ne derse desin AKP değil ama Tayyip Erdoğan hala çok popüler.

Bu arada Taliban adım adım ilerlediği kadını yok sayma politikasında bu ay kadın kuaförlerini ve güzellik salonlarını kapattı; oysa bu tür yerler en mutaassıp İslam ülkelerinde bile açıktır ki kadınlar evde çarşafı atıp süslü püslü oturarak kendini iyi hissetsin ve Arap Baharı gibi şeyler olmasın diye… Afganistan kadınları gözümüzün önünde tarihin karanlıklarına gömülüyor.