29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Türkiye yalnızca yönetim biçimini değil, sanat anlayışını da kökten değiştirdi. Osmanlı döneminin saray merkezli sanat yapısı yerini halka ve topluma ulaşan bir kültürel anlayışa bıraktı.
Saltanatın kaldırılmasıyla birlikte sanat, artık padişahın değil halkın sesi olmaya başladı.
Yeni Cumhuriyet döneminde resim, müzik, tiyatro ve edebiyat gibi alanlarda özgürlükçü bir dalga yükseldi. Devlet, sanatçıyı destekleyen bir anlayış benimsedi; halk evleri, konservatuvarlar ve sanat akademileri bu vizyonun en somut örnekleri oldu.
Cumhuriyet’in ilk kuşak sanatçıları — Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nazım Hikmet, Afife Jale gibi isimler — yalnızca sanat üretmedi, aynı zamanda modernleşmenin sembolü haline geldi.
Bu süreçte Batı ile kurulan kültürel bağlar da önem kazandı. Türk müziği çok sesli hale gelirken, resim ve heykel sanatında akademik eğitim yaygınlaştı.
Sanat artık bir zümrenin değil, toplumun her kesiminin yaşamına dokunan bir ifade biçimi oldu.
Bugün geriye dönüp bakıldığında, saltanatın kaldırılmasının ardından başlayan bu kültürel uyanış, Cumhuriyet’in en kalıcı miraslarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Sanatın diliyle özgürleşen bir toplum, geçmişle bağını koparmadan geleceğini inşa etti.





