"Ankara’da keçiler, ipekli kumaş gibi yürür; yünü ise altından kıymetlidir."
— Evliya Çelebi, Seyahatnâme, 17. yüzyıl
Ankara’nın unutulmuş sokaklarında, taşlarına sinmiş sessizliğin içinde yürürken bazen beklenmedik bir iz çıkar karşınıza. Bir han kapısı, bir eski çeşme başı ya da geçmişten bugüne sızan bir kumaş… Yalnızca keçi tüyünden değil; sabırdan, emekten, zarafetten dokunmuş bir hikâye: soft…
Bir zamanlar Ankara’nın sokakları tiftik kokusuyla dolardı. Evlerden tezgâh sesleri yükselir, kadınlar sabahın ilk ışıklarıyla iplik çeker, çocuklar yardım eder, erkekler pazara giderdi. O kumaş, yalnızca bir geçim kapısı değil; bir şehrin kimliğiydi. Bugün gri betonların arasında unutulmuş gibi duran o geçmiş, aslında Ankara’nın kendini nasıl ilmek ilmek ördüğünün hikâyesidir.
ANKARA KEÇİSİ: BİR ŞEHRİN KADERİNİ DEĞİŞTİREN TİFTİK
Ankara keçisi bu toprakların hayvanıdır. Bozkırın sert ikliminde, rüzgârın altında yetişir, dünyada eşi benzeri olmayan bir tüy verir: ipeksi, hafif, dayanıklı… Bu tiftik o kadar kıymetliydi ki, Osmanlı döneminde keçilerin başka şehirlere çıkarılması bile yasaklanmıştı.
O yıllarda alınan karar şuydu: Tüyü henüz kırkılmamış bir Ankara keçisi, sur dışına çıkarılamaz. Çünkü o keçi yalnızca bir hayvan değil; şehrin geçim kapısı, ticaretin temel taşıydı.
HER EV BİR ATÖLYE
Ankara’da neredeyse her evin bir köşesinde bir soft tezgâhı bulunurdu. Kadınlar sabah erkenden başına oturur, ipliği çeker, kumaşı dokurdu. Bu, yalnızca bir geçim yolu değil; bir sabır ve kültür meselesiydi. Çocuklar el verir, erkekler kumaşı pazara taşırdı.
1797’de Ankara’yı ziyaret eden İngiliz seyyah James Dallaway şöyle yazar:
"Her sokaktan keçi sesi gelir; ama bu keçiler et için değil, altından değerli tüyleri için beslenir. Kadınlar kumaşı elleriyle işlerken, şehrin sesi yalnızca yumuşak bir tezgâh gıcırtısıdır."
Soft, yalnızca bir kumaş değil; Ankara’nın sesi, ritmi, gündelik hayatın ta kendisiydi.
LONCA DÜZENİ VE SOFTÇULAR
Soft dokumak ustalık isterdi. Herkesin elinden gelmezdi. Bu yüzden Ankara’daki Softçular Loncası, şehrin en köklü esnaf topluluklarından biriydi. Kaliteyi gözetir, genç ustaları yetiştirir, geleneği yaşatırdı.
Ahilik geleneğiyle iç içe yürüyen bu düzen, yalnızca zanaatı değil, ahlâkı da öğretirdi. Temiz iş, adil ölçü, sabırlı el… Bunlar olmadan o kumaş tamamlanmış sayılmazdı.
ANGORA’NIN AVRUPA YOLCULUĞU
Soft, yalnızca Osmanlı sarayında değil, Avrupa’da da aranan bir lükstü. İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar… Hepsi bu kumaşın peşine düşer, İstanbul’dan Ankara’ya kervanlar kaldırılırdı. Batı pazarlarında "Angora" adıyla ün salan bu kumaş, adını taşıdığı şehri Avrupa’nın en seçkin gardıroplarına kadar taşımıştı.
Evliya Çelebi Ankara için şöyle der:
"Soft öyle naziktir ki, bir iğne değse tiftik ağlar."
O cümle yalnızca bir benzetme değil; Ankara’nın kumaşla ördüğü zarafetin, o şehrin ruhunun kısa bir özeti gibidir.
ANKARA EKONOMİSİNİN YUMUŞAK GÜCÜ
Bir dönem Ankara’nın ekonomisi neredeyse bu kumaş etrafında dönerdi. Soft üretimi, doğrudan ya da dolaylı olarak kentin ekonomik faaliyetin büyük bölümünü oluştururdu. Keçiyi yetiştiren köylüden kumaşı pazara taşıyan kervancıya kadar herkes bu zincirin bir halkasıydı.
Soft, Ankara’nın yalnızca malı değil; alın yazısıydı.
BUGÜNDEN GERİYE KALAN
Bugün keçiler yokuşlarda değil, eski fotoğraflarda. Tezgâhların yerini başka eşyalar aldı. Ama taş duvarların arasında hâlâ hafif bir tiftik kokusu kalmış gibi…
Gizlenenin Peşinde programında o izleri ararken bir kez daha anladım ki, Ankara yalnızca siyasetle değil, dokumayla da kendini örmüş bir şehir.
Soft, yalnızca bir kumaş değildi. Sabırla, zarafetle, emekle dokunmuş bir şehir hikâyesiydi. Ankara’nın en yumuşak ama belki de en dirençli sesi hâlâ o kumaşta saklı.