TARİHİN SESSİZ ODASI: HALİL İNALCIK’IN ARDINDAKİ GÖLGELER

Yıllardır “Tarihçilerin Kutbu” diye yazılır, söylenir. Herkesin ortaklaştığı bir unvandır bu. Halil İnalcık ismini duyunca önce ciltli kitaplar, sonra dipnotlar, en sonunda da muazzam bir arşivsel hâfıza gelir akla. Ama ben bugün o büyük arşivlerin değil, onun ardındaki gölgelerin izini süreceğim. Tarihi değil, tarihçiyi anlatacağım.

Abone Ol

Çünkü Halil İnalcık, yalnızca tarihin anlatıcısı değil, bizzat kendisi de zamanın içinde bir yapıttı. Onu tanıyanlar bilir, konuşurken bile zamanın dışında gibi hissederdin. Sanki bir 17. yüzyıl fermanı canlıymış da karşında oturmuş anlatıyormuş gibi...

Daktilosunu “elimden tuttu” diye anlatırdı

Gençlik yıllarında aldığı eski bir daktilosu vardı: Royal Portable marka. O daktilo öylece bir yazı aracı değildi onun için. Neredeyse canlı bir yoldaştı. Bazı yazılarını yazarken durur, bir kâğıt koymadan tuşlara basar, sesi dinler, sonra yeniden başlardı. O daktilo hâlâ duruyor, Bilkent Kütüphanesi’nde. Ama onu gerçekten tanıyanlar, o daktilonun taşıdığı sırları bilir.

Tiyatrocu olacaktı, padişah rolünden kovuldu

Bunu çok az kişi duymuştur. Gençliğinde tiyatroya gönül vermişti. Hatta Halkevi'nde birkaç küçük rolde bile sahneye çıktı. Bir oyunda padişah rolü vermişler. Repliklerini unutunca sahneden apar topar indirilmiş. Eve dönerken defterine şöyle yazdığı rivayet edilir:
“Ben sahnede değil, satır aralarında yaşayacağım.”
İşte o satırlar, bir ömre yayılan tarih külliyatına dönüştü.

Dört dili aynı anda okuyan göz

Bir Topkapı Sarayı arşiv görevlisi yıllar önce anlatmıştı:
“Bir belgeyi eline aldı. Osmanlıca, Farsça, Arapça, Latince… Aynı anda okuyor, dönüp açıklıyordu. Biz daha başlığındaydık, o çoktan sonuca varmıştı.”
İnalcık’ın farkı tam da buydu. Belgeye bakan değil, belgeyi yaşayan bir göz.

Amerikan arşivlerinde gizli bir Osmanlı mektubu

1961’de Amerika’dayken, Kongre Kütüphanesi’nde kimsenin ilgilenmediği eski bir ferman buldu. Kırım Hanı’nın Osmanlı’ya yazdığı o belge, Karadeniz’deki ticaret hatları üzerine yepyeni bir perspektif sundu. Ama ilginçtir, o belgeyi asla yayımlamadı. Yakın bir dostuna söylemiş yalnızca. “Herkes her şeyi bilmemeli, bazı şeyler sadece düşünülmeli,” demiş.

Evinde tarihsiz bir oda vardı

Evet, evinde bir oda vardı. Duvarında saat yoktu, kitap yoktu. Ne tablo, ne yazı. Sadece bir sandalye ve pencere. Orada düşünürdü. Bazen saatlerce.
Bir asistanı bir gün sormuş: “Hocam burada nasıl düşünüyorsunuz?”
“Bilginin sesi çok, düşüncenin sesi yoktur,” demiş sadece.

Son sözü bir haritaydı

Vefatından önceki son saatlerde, yanında olan öğrencilerinden biri aktarmıştı: Gözlerini yarı açık tutarak mırıldanmış:
“Tarih sadece geçmişin aynası değil, geleceğin haritasıdır. O haritayı buruşturma.”
Ne kadar sade. Ne kadar büyük.

Halil İnalcık, kitaplarından çok daha fazlasıydı. Bazı insanlar yazdıklarından değil, sustuklarından tanınır. İşte o, o insanlardandı. Bugün hâlâ onu okuyoruz ama asıl mesele, onun gibi bir zihnin varlığını idrak edebilmekte. Çünkü bazı insanlar belge bırakmaz, iz bırakır. Halil Hoca da öyle bir izdi. Sessiz ama derin. Sönmeyen ama bağırmayan bir ışık.