TARİHİN SESSİZ ÇİZİĞİ: MUSTAFA KEMAL NEDEN İTTİHATÇI KALAMAZDI?

Abone Ol

İttihat ve Terakki üzerine yazarken hep aynı sis perdesi iner önümüze: bir yanda devleti ayakta tutmak için çırpınan genç idealistlerin hikâyesi, diğer yanda bu idealizmi giderek sertleşen, daralan ve dogmalaşan bir yapıya dönüşmüş siyaset makinesi…
Tam da bu noktada Mustafa Kemal’in durduğu yer, tarihin sessiz ama en belirgin kırılma çizgilerinden biri olarak belirir.

Bu yazı, Mustafa Kemal’i süreç içinde İttihat ve Terakki’den ayıran nedenlerin görünmeyen damarlarını, dönemin politik iklimini ve Mustafa Kemal’in kendi “devlet tasavvuru”nu anlamak üzere kaleme alınmıştır.

I. AYRILIĞIN İLK İZLERİ: HİYERARŞİ ANLAYIŞI VE GİZLİ CEMAAT SİYASETİ

Harp Okulu koridorlarında başlayan gençlik yıllarında bile Mustafa Kemal’in örgüt anlayışı ile İttihatçı çekirdeğin zihniyeti arasında belirgin bir mesafe vardı.
O, siyasetin ışık altında yapılması gerektiğini savunuyordu.

İttihat ve Terakki’nin gizlilik esaslı hücre yapılanması, ona göre devlet aklının değil bir “cemaat disiplini”nin ürünüydü. Genç subayın defterine düşürdüğü not netti:

“Gizlilik fikri, siyasetin yerine geçmemelidir.”

Bu cümle, ayrılığın tohumudur.

II. 31 MART SONRASI: ŞİDDETİN SİYASETİ GÖLGELENMESİ

1909’da Hareket Ordusu’yla İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, isyan bastırıldıktan sonra İttihatçıların sertleşen yönetim tarzından rahatsızlık duymaya başladı.
Meclisteki baskıcı yöntemler, muhalefeti yok sayan tavırlar, örgüt içi hizipleşmeler…

Mustafa Kemal için devlet yönetimi, birkaç insanın kapalı kapılar ardında aldığı kararlara bırakılamayacak kadar ciddi bir işti.

Kendi çevresine şu uyarıyı yapıyordu:

“Memleketi kurtarmaya çalışanlar, memleketi yönetmeye heves edenlere dönüşüyor.”

Bu, sadece bir eleştiri değil; gelecekteki Cumhuriyet fikrinin ilk kıvılcımıdır.

III. BALKAN SAVAŞLARINDAKİ KOPUŞ: LİYAKAT YERİNE SADAKAT

Balkan bozgunu, imparatorluğu siyasi olarak sarsarken Mustafa Kemal’in iç dünyasında başka bir kavganın fitilini ateşledi:
Liyakat ile sadakat arasındaki savaş.

Enver Paşa’nın hızlı yükselişi, askeri atamalardaki siyasî tercihler ve maceracı operasyonlar Mustafa Kemal’in eleştiri oklarını keskinleştirdi.
O, savaşta emirleri dogmalarla değil, bilimsel akıl ve sahadaki gerçeklikle verilmesi gerektiğini savunuyordu.

Balkan yenilgisi, bu iki aklın artık yan yana yürüyemeyeceğinin işaretiydi.

IV. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI: TARİHİ AYIRAN ANA MECRA

İttihatçı liderlik Enver Paşa’nın Almanya’ya duyduğu hayranlıkla savaşa girmekte acele ederken, Mustafa Kemal savaşın sonuçlarını daha en baştan öngörmüştü:

“Hazırlıksız bir millet, büyük devletlerin hesaplaşmasında figüran olur.”

Bu söz, Mondros’tan yıllar önce söylenmiş bir uyarıdır.

Sarıkamış hezimeti, Kanal Harekâtı’ndaki ısrar ve yönetimsel savrulmalar, iki farklı askeri aklın artık tamamen ayrıştığını gösterdi.
Çanakkale’de kazandığı itibar, onu hem halk nezdinde hem de İttihatçıların gözünde “kontrol dışı” bir güç hâline getirdi.

Oysa Mustafa Kemal’in gücü, bir örgüte değil, millete dayanıyordu.

V. DEVLET TASAVVURUNDAKİ DERİN AYRILIK

İttihat ve Terakki’nin devlet anlayışı:

  • Parti merkezli,
  • Merkeziyetçi,
  • Komite gücünün hâkim olduğu,

bir modeldi.

Mustafa Kemal’in devlet anlayışı ise:

  • Ulusal egemenliğe dayalı,
  • Bireyin iradesini önceleyen,
  • Bürokrasi ve orduyu parti siyasetinden arındırmayı amaçlayan,

tamamen başka bir paradigmaydı.

Bugün “Cumhuriyet devrimi” diye bildiğimiz şey, aslında bu ayrışmanın 1910’lu yıllarda filizlenmiş hâlidir.

VI. MONDROS’TAN SONRA GELEN SESSİZ, AMA KESİN KARAR

1918’de savaş bittiğinde üç paşa –Talat, Enver, Cemal– ülkeyi terk etti.
Mustafa Kemal ise Anadolu’nun ortasında kalmayı seçti.

Bu tercih, tarihin en sessiz ama en belirleyici çizgisidir.

O andan itibaren:

  • Bir örgütün değil, milletin lideri oldu.
  • Gizli örgütlerin değil, kongrelerin dilini konuştu.
  • İstanbul’daki teslimiyetçi siyasetin değil, Anadolu’daki direnişin yolunu açtı.

Ve en önemlisi: Artık hiçbir yapıya bağlı olmayan bir lider olarak doğdu.

SONUÇ: TARİHİN O İNCE, SESSİZ ÇİZGİSİ

Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’den bir gece ansızın kopmadı.
Ayrılık, yıllara yayılan bir bilinçlenmenin, bir devlet aklının ve bir millet tasavvurunun sonucuydu.

İttihatçılar imparatorluğu kurtarmaya çalışırken, Mustafa Kemal imparatorluğun ötesinde bir ulus-devlet fikrini kuruyordu.
İşte bu yüzden o, İttihatçı kalamazdı.

Tarihin sessiz çizgisi bazen bir savaşın gürültüsünde değil, bir insanın içindeki yön değişiminde saklıdır.
Mustafa Kemal’in çizgisi de tam olarak budur.