TARİH YAZILIRKEN GERÇEK NEREDE KALIR?

Tarih, çoğu zaman sadece kimin kalem tuttuğuyla ilgili değil; kimin sesi daha yüksek çıktığıyla da ilgili. İnsanlık binlerce yıldır, egemenlerin kaleminden, sarayların, orduların, padişahların, generallerin, başkanların hikâyelerini okuyarak bugüne geldi. Roma böyle yazıldı, Bizans böyle aktarıldı, Selçuklu böyle anlatıldı. Cumhuriyet tarihi de, başka türlü bir yol izlemedi.

Abone Ol

Ama o satır aralarında, bir türlü tam duyulmayan başka bir ses daha var: Halkın sesi… Sokakta yürüyen, tarlada çalışan, apartman dairesinde yaşayan, sabah minibüse binen, akşam sofrasını zor kuran insanların sesi… O ses çoğu zaman kitapların dışında kalıyor. Ya da birilerinin süzgecinden geçip, bambaşka bir şeye dönüşüyor.

Bugün 2025’in ortalarındayız. Yaşadığımız zaman dilimi de bir gün tarih olacak. Ve açık söylemek gerekirse, hangi gözle, hangi kalemle yazıldığına göre bambaşka bir tarih çıkacak ortaya.

Bakın, bugün bile sokağa çıksanız, on kişiye yaşadığı ülkeyi, hayatını, umudunu, yöneticisini, geleceğini sorsanız, on ayrı hikâye dinlersiniz.
Kimi, ekranda izlediği parlak görüntülerle mutlu.
Kimi, sokakta yaşadığı sefaleti, adaletsizliği kendi gerçekliği olarak görüyor.
Kimi, yapılanları kutsal bir hikâyenin devamı sanıyor.
Kimi, her şeyin koca bir kabustan ibaret olduğunu düşünüyor.

Ama 30-40 sene sonra, o günlerin tarih kitapları açıldığında, biz hangisini okuyacağız? Yaşananı mı? Anlatılanı mı? Yoksa yazılması istenileni mi?

Beni asıl düşündüren bu.

Çünkü biliyorum ki; bugün yaşadığımız sokakların, insanların, sessiz kalabalıkların gerçeği çoğu zaman tarihe geçmez. Belgeye, resmi evraka, akademik çalışmaya dönüşmez. Onun yerine, dönemin egemeninin adı, icraatları, nutukları, toplantıları, uluslararası ilişkileri sayfa sayfa yazılır. Altında da birkaç paragraflık halk bölümü… Genellikle "halkın büyük teveccühü" ya da "toplumsal destek" başlığı altında, süzgeçten geçmiş, parlatılmış cümleler.

O yüzden bana sorarsanız, 2025 yılı bundan 30 sene sonra nasıl anlatılacaksa anlatılsın… Asıl gerçek, bugün yaşayanların hissettiklerinde gizli kalacak. Tıpkı geçmişte olduğu gibi.

Roma halkının sefaletini, Bizans’ın çöküş günlerindeki çaresizliği, Selçuklu köylüsünün gündelik derdini, Cumhuriyet’in yoksul mahallelerindeki fısıltıları kimse resmi tarihten okuyamaz. Onlar, tarih kitaplarının satır aralarında değil, duvar aralarındaki çatlaklarda, sokaktaki bakışlarda, kayıtlara geçmeyen suskunluklarda saklıdır.

Bugün de böyle olacak.

Belki bir gün, torunlarımız o tarih kitaplarını açacak. 2025 diye bir yıl görecek. Yanında parlak cümleler, resmi açıklamalar, büyük laflar yazacak. Ama eğer şanslılarsa, bir yerlerde, o tarihe geçmeyen sokak hikâyelerini de duyacaklar. İşte o zaman gerçek tarihin kapısı biraz olsun aralanacak.

Çünkü tarih, yazıldığı gibi değil, yaşandığı gibidir. Ama yaşananı yazabilmek için önce onu duyabilmek gerekir.