“Felaketler yalnız gelmez” derdi Balzac. Ülkemizde afetler oluyor, doğal yaşam eriyip gidiyor, tarım arazileri hızla azalıyor, su savaşlarında ülkeler taraflarını seçmeye başlıyor. Küresel felaketler yetmiyormuş gibi insani felaketlerde hız kesmiyor. Şiddet, taciz, istismar, ganimet hırsı, küfür, taşlama, yuhalama … sadece yaşadığımız topraklara değil dünyaya da hâkim olmuş. Şu insanlığın üzülesi haline baksanıza!
Önceki dönemlerde nasıldı bilmem ama kendi dönemimde yaşanan felaketlerin hepsi birbiriyle yarışır halde. Ülke kargaşası, dünya karmaşası, salgın, afetler ; saygısızlık, kötücül yargılar, insanlardan öte insanlığı da yok eden sarmal felaketler. Dışımız olduğu gibi içimizde erimişlikte . Bu yaşananlar insanların doğaya verdiği zararın ceremesi gibi.
Onca yaşananlar yetmiyormuş gibi bir de seçim öncesi yaşanan kirlilikler umut kırıcı. Milli yasımıza büyük saygısızlık esasında. Ben bu gelişmelere siyasi değil tamamen vicdani yönümle bakıyor ve öyle değerlendiriyorum. Şöyle ki her ne kadar 11 ilimizi tarumar etse de deprem bu ateş ve yıkım hepimizin yüreğine, hanesine düştü. Beklentim daha doğrusu hepimizin beklentisi siyasilerin şehir şehir, semt semt miting düzenlemesi yerine, deprem bölgelerine gitmeleriydi.
Depremdeki acılar, kayboluşlar, yaralar, yaslar seçim söylemlerinin ardında bırakıldı. Milyonu aşan ya da yüzbinleri bulan miting meydanlarına trilyonlar harcanırken, konvoylar halinde ses ve trafik kirliliği oluşturulurken, elzem olmayan promosyonlar dağıtılırken depremzedeler ne acı ki unutuldu!
Ülkemizin 11 şehri ve en önemlisi bu şehirlerde yaşayan aileler ölüm kalım mücadelesi verirken; sağlık, gıda, barınma, hijyen gibi sorunlarla boğuşurken miting alanlarında yapılan şovenist davranışlar yüreğimi yaraladı.
Keşke siyasiler billboardlara, radyo ve televizyon reklamlarına harcadıkları paraları evsiz barksız kalan depremzedelerimize harcasaydı.
Meydanlarda kışkırtıcı söylemler yerine, yapıcı, barışçıl, çözümcül şekilde ülkesi ve milleti lehine kararlar alarak seçim öncesi süreci kendilerine yakışır şekilde yönetmiş olsalardı.
Alın kardeşim tüm iktidar sizin olsun, oysa siz toprağı değil toprağın üstünde yaşayan insanları yöneteceksiniz. ‘İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ terbiyesinden yoksun bir politika zihniyeti maalesef ki tüm partilerde var.
Bu arada sosyal medyayı her açıdan önemli buluyorum. Samimiyetle iyi niyetli duygu ve düşünceler gibi samimiyetten uzak, kirli düşünceler de sosyal medya aracılığıyla yansıtılıyor. Trolleri unutmamalı, bastırılmışlıklar burada hortluyor olabilir mi? Çoğu hesaplar parti şubesi, haberleşme, veri ve anket toplama yeri gibi. En kibar ifadeyle hesapların çoğu kokuşmuş gibi. Siyasi partiler devletten aldıkları seçim bütçesinin bir kısmını miting, reklam ve tanıtımlarına ayırdılar. Oysa görünen bu ki ayrılan bütçe aslında zihin ve kalpleri kirletme, bulandırma bütçesiymiş.
Keşke ihtiyaç sahibi olanların arzuhalleri, çözüm bekleyen sorunlar, çözümler konuşulsaydı kudretler, dertlere derman olsaydı da sandık başına gönül kırgınlığıyla gitmeseydik.
Vatandaşlık hakkım olarak kabul edemediğim ama vatandaşlık ödevi olarak gördüğüm, sandığa gitme mesuliyetimi buruk bir şekilde yerine getireceğimi ifade etmek isterim ve biliyorum ki benim gibi gönlü kırıklar epeyce.
Bu arada seçimin gölgesinde kalan analarımızın günü şimdiden kutlu olsun, anavatanımızın üstüne güneş ışıl ışıl doğsun…