PİRİ REİS’İN KAYIP HARİTASI

Abone Ol

Bazı eksiklikler vardır ki, bir şeyin tamamından çok daha fazla şey anlatır.
Piri Reis’in 1513 tarihli dünya haritası da öyledir. Bugün elimizde yalnızca bir parçası bulunur ama kayıp olan kısımları, var olan parçadan çok daha büyüktür—hem boyut hem anlam itibarıyla. Ve ben, yıllardır bu kayıp parçanın peşindeyim.

Piri Reis, Osmanlı denizciliğinin parlak akıllarından biridir. Kemal Reis’in yeğeni, haritacı, kaptan, coğrafyacı. 1513 yılında Gelibolu’da ceylan derisi üzerine çizdiği dünya haritası, yalnızca Osmanlı’nın değil, insanlık tarihinin de en gizemli belgelerinden biridir. Bugün Topkapı Sarayı’nda bulunan ve 1929’da tesadüfen gün yüzüne çıkan bu harita, yalnızca Atlas Okyanusu’nun doğu yakasını ve Güney Amerika’nın doğu kıyılarını göstermektedir. Ne Avrupa vardır, ne Asya, ne de Afrika’nın tamamı. Haritanın büyük kısmı, özellikle de ortası ve doğusu eksiktir.

İşte o eksiklik, zihnimde yıllar önce bir boşluk gibi açıldı. Ve bu boşluğa merakla eğildim. Önce belgelerin izini sürdüm, sonra söylentilerin.

Haritanın yalnızca üçte biri elimizde. Geri kalanıysa ya kayıp ya da gizli. Bu noktada farklı teoriler karşımıza çıkıyor. Bazıları bu parçaların Osmanlı'nın kendi içinde saklandığını öne sürerken, bazıları dış güçlerin bu bilgileri ele geçirdiğini iddia ediyor.

İlk anlatı, haritanın diğer bölümlerinin Topkapı Sarayı’ndaki gizli bölmelerde hâlâ bulunabileceğini ileri sürüyor. 1929’da haritanın bugünkü parçası bir dolabın arkasında tesadüfen bulunduysa, kim bilir başka hangi belgeler, hangi rafların ardında hâlâ saklıdır?

Bir diğer iddia ise daha yerelleşmiş bir anlatıya dayanıyor. Özellikle Çanakkale Boğazı çevresindeki kaleler—Kilidülbahir, Seddülbahir gibi Osmanlı yapıları—bu söylentilerin merkezinde yer alıyor. Rivayete göre Piri Reis, haritanın bazı parçalarını görev yaptığı bu stratejik kalelerin taş duvarları arasına gizlemiştir. Bazı anlatımlarda bu parçaların mühürlü taşların altında bir sandıkta saklı olduğu, ancak hiçbir zaman resmi kazı yapılmadığı için ortaya çıkarılamadığı söylenir.

Dışarıdan bakanlar ise bu kaybı çok daha büyük bir plana bağlar. Haritanın Antarktika’yı buzsuz şekilde tasvir ettiğine inanan bazı çevreler, Piri Reis’in çok daha eski haritalardan yararlandığını ve bu bilginin Vatikan arşivleri ya da Pentagon kasaları gibi kapalı sistemlerde saklandığını iddia eder. Hatta bazılarına göre II. Dünya Savaşı sonrası Amerikalılar, Almanya’dan ele geçirdikleri bazı Osmanlı belgeleriyle birlikte haritanın kalan parçalarını da almışlardır.

Bu tür teorilere mesafeyle yaklaşmak gerekir. Ancak bir şeyi inkâr etmekle, onu anlamaya çalışmak arasında ciddi bir fark vardır. Benim yolculuğum, ne bir komploya teslim olmak ne de her söylentiyi yadsımak üzerine kurulu. Bu bir tarih arayışıdır. Merakın peşinden yürümektir.

Bu bağlamda, elimdeki iki kıymetli eser de benim için yalnızca birer kitap değil, bir yol arkadaşlığıdır. Biri Kitâb-ı Bahriye—Piri Reis’in denizlerin dilini konuştuğu başyapıtı. Diğeri ise 1513 Dünya Haritası üzerine hazırlanmış titiz bir inceleme. Bu kitapların her bir satırında, her kıyı çizgisinde kendimi kaybettim. Haritayı ararken aslında haritaya değil, onun çizdiği zihne yaklaşmaya başladım. Arayış, haritanın kayıp parçasından çok, onun yitirilmiş anlamındaydı belki de.

Piri Reis’in haritası sadece coğrafi değil, zihinsel bir bütünlüğün temsilidir. Onun eksik kalan parçaları yalnızca kıtaları değil, belki de bir çağın bilgisini, dünya tasavvurunu da içinde barındırıyordu. O yüzden bu meseleye tarihsel bir belge eksikliği olarak değil, düşünsel bir eksiklik olarak da bakmak gerekir.

Kimi zaman bir kuleye gizlenir tarih, kimi zaman bir kitap rafına. Bazen bir taşın altına, bazen bir tozlu klasöre. Ve biz onu aradıkça, aslında kendimizi yeniden çizmeye başlarız. Haritanın ortası değil belki, ama bizim merakımızın yönü asıl kayıp olanı belirler.

Ve belki bir gün, kayıp olan yalnızca haritanın parçaları değil, onu çizecek cesaretin de yeniden bulunduğu gün olacak.