Eski bir Osmanlı sokağında yürürken, başınızı biraz kaldırdığınızda, taş cephelerin süsü sanabileceğiniz minyatür saraycıklarla karşılaşırsınız. Bunlar, kış rüzgârına karşı siperlikleri ve yağmurdan koruyan saçaklarıyla kuşlar için yapılmış evlerdir. Bir köşe başında bir güvercine rastlarsınız; belki de o ev, yüzyıllardır onun ailesine yurt olmuştu.
Merhametin Defterlere Geçmiş Hâli
Osmanlı’da hayvan sevgisi bireysel vicdana bırakılmazdı; vakıf defterlerine yazılır, kural haline getirilirdi. Kışın kediler ve köpekler aç kalmasın diye para ayıran, yaralı hayvanların tedavisi için görevli tutan, ölenleri gömen vakıflar vardı. İstanbul’da köpeklerin, Bursa’da kuşların, Edirne’de hem serçelerin hem güvercinlerin özel koruyucuları olurdu.
Bu vakıflar yalnızca yiyecek almakla yetinmez, hayvanların yaşadığı yapıları da korurdu. Bir kuş evinin bakımı da, bir cami kubbesinin temizliği kadar ciddiye alınırdı.
Taşın Üzerine İşlenen Merhamet
Kuş evleri, Osmanlı mimarisinin hem işlevsel hem estetik parçalarıydı. Cami, medrese, han, hatta köprülerin cephelerine işlenen bu küçük saraycıklar; pencereleriyle, saçaklarıyla, bazen üç dört katlı planlarıyla sadece barınak değil, taş ustalığının gösterisiydi.
Cepheye entegre edilen bu yapılar, kuşları rüzgâr ve yağmurdan korurken, şehrin siluetine de zarif bir imza atardı. Nadir de olsa bazı imaret avlularında köpeklerin yatması için gölgelikli nişler bulunurdu; hayvan, insanın tam yanı başında ama birbirini rahatsız etmeden yaşardı.
İmaret Sofrasının Sessiz Misafirleri
İmaretlerde pişen yemeklerin artıkları, sadece yoksullara değil, hayvanlara da ulaşırdı. Görevliler, kış günlerinde bu yemekleri sokak köpekleri ve kedilerle paylaşır, kuşlar için avlu köşelerine yem bırakırdı. Esnaf, dükkânının önüne bir su kabı koymayı, en az müşteriye gülümsemek kadar doğal bulurdu.
Farkı Yaratan Anlayış
Avrupa şehirlerinde aynı dönemde sokak hayvanları çoğu zaman tehdit görülüp topluca itlaf edilirken, Osmanlı şehirlerinde onların korunması bir görev sayılıyordu. Hayvan, şehrin parçasıydı; kaldırılacak bir “sorun” değil, yaşatılacak bir “komşu”ydu.
Bugüne Kalan İzler
Ayazma Camii’nin cephelerindeki çok katlı kuş sarayları, Yeşil Cami’nin taş işçiliğine gizlenmiş küçük yuvalar, Edirne’nin eski camilerinde köşe başına yerleştirilmiş minik pencereler… Bunlar, yüzyıllar öncesinin merhamet kültürünün hâlâ görülebilen işaretleri.
Osmanlı, hayvanlara duyduğu sevgiyi, vakıf defterlerine ve taşın belleğine kazıdı. Bugün bir kuş evinin önünden geçerken, belki de farkında olmadan o mirasın gölgesinde yürüyoruz.