ORTA ASYA’DAN ANADOLU’YA: ALEVΖBEKTAŞÎ YOLCULUĞUNUN KAYIP HALKASI

Abone Ol

Tarih kitaplarında sıkça tekrarlanan cümle şudur: “Alevîlik ve Bektaşîlik, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türk boylarıyla birlikte geldi.” Bu doğru olsa da, hikâyenin yalnızca görünen kısmıdır. Çünkü bu, sadece insanların değil, fikirlerin, inançların ve ritüellerin de göçüdür. Dahası, bu yolculuğun sonunda Anadolu’da yeşeren Alevî–Bektaşî inancı, Orta Asya’da köklerinin büyük ölçüde silinmiş olmasıyla bambaşka bir hikâyeye dönüşür.

Orta Asya’da 12. ve 13. yüzyıllar, İslam’ın farklı yorumlarının yan yana yaşadığı, göçebe hayatla iç içe geçmiş bir dönemdi. Hoca Ahmet Yesevî’nin hikmeti, Kalenderîlik ve Haydarîlik gibi özgür ruhlu tarikatlarla birleşerek, katı kurallardan uzak ama derin bir maneviyat anlayışı ortaya çıkardı. Eski Türk inançlarından gelen şamanî unsurlar da bu yapının içinde eridi. Moğol istilasının sarsıntısıyla birçok Türkmen boyu batıya göç etti; onlarla birlikte dervişler, abdallar, ahi teşkilatları da Anadolu topraklarına adım attı. Burada Hacı Bektaş-ı Veli’nin çevresinde şekillenen Bektaşîlik, Ahilik ve Bacıyan-ı Rum gibi örgütlenmelerle birleşerek güçlü bir toplumsal damara dönüştü. Osmanlı döneminde ise Bektaşîlik, Yeniçeri Ocağı ile kurduğu bağ sayesinde yalnızca bir tarikat değil, devletin askeri–sosyal yapısının da önemli bir parçası oldu.

Peki, aynı damar Orta Asya’da neden yaşamadı? Timur İmparatorluğu’ndan itibaren Hanefî–Sünnî çizgi, devlet dini haline geldi. Heterodoks akımlar ya dönüştürüldü ya da baskıyla ortadan kaldırıldı. Göçebe toplulukların yerleşik hayata geçmesi, medrese merkezli bir din anlayışını öne çıkardı. Üstüne 19. yüzyıldan itibaren Çarlık Rusyası, ardından Sovyetler Birliği, tarikatları yasakladı, dergâhları kapattı. Böylece kuşaklar arası inanç aktarımı koptu ve halk dervişliğinin izleri neredeyse tamamen silindi.

Anadolu’da ise durum farklı gelişti. Osmanlı–Safevî rekabetinin ortasında kalan bu coğrafyada, Alevî–Bektaşî topluluklar hem dini hem de politik bir denge unsuru haline geldi. Bektaşîlik, Yeniçeri Ocağı ile resmiyet kazandı; kırsaldaki Alevî topluluklar ise kapalı sosyal yapıları sayesinde inançlarını korumayı başardı.

Bugün Orta Asya’da Alevîlik’in izi neredeyse yok, ama Anadolu’da hâlâ canlı. Bu yalnızca coğrafyanın değil, tarihin, siyasetin ve toplumun da şekillendirdiği bir tablo. Orta Asya’da unutulan bu inanç yolu, Anadolu’da başka bir çiçeğe dönüştü; farklı kokusu, farklı rengi olsa da özü aynı kaldı.