Mina Urgan

Ahsen Aral UYAR

Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Anılar” adını taşıyan anılar kitabı yayınlanıp bir anda en çok satan olalı ve bir yılda 38 baskı yapalı tam 25 yıl olmuş, oysa zamansız kitabı daha dün okumuşuz gibi. Yanlış hatırlamıyorsam daha önce dört kere daha satın almış olduğum kitabı, geçen hafta bir sahafta 5. Defa satın alırken iç kapağında gördüğüm üzere ilk basım tarihi Mart 1998. O yıl satın aldığım kitabı sahilde denizden çıktığımda plaj havlusunun üzerinde bıraktığım yerinde bulamamıştım, fakat öyle güzeldi ki kitap; bir koşu gidip ikinciyi satın almış ve kaldığım yerden Mina Urgan’ın hayatına eşlik etmeye devam etmiştim. Bu ikinci kitabı bitirdikten sonra otobüste unuttum ve “Tövbe Estağfurullah” diye söylenerek kütüphanemde bulunması için üçüncüyü satın aldım. Üçüncü kitabı bir arkadaşım kısa süre sonra getirmek üzere götürdü ve ardından başka şehre taşındı, arkadaşım da kitap ta şu an hangi şehirdeler bilmem. Dördüncü kitabı verdiğim kişi karısıyla boşanırken evden çöp dahi almadan çıkınca benim kitap bir kere daha güme gitti. İki yıl sonra çıkan “Bir Dinozorun Gezileri”ni okuduktan sonra tatile kitapsız gelmiş bir arkadaşa vermiştim, o da geri gelmedi. Fakat geçtiğimiz pazar günü sahaf bana Mina Urgan’ın hem Virginia Woolf çevirisini, Bir Dinozorun hem anılarını hem gezilerini hem de Durgun Don’un çok eski ama temiz bir baskısını toplam 120 liraya satacağını söyleyince hepsini aldım. Artık ben de Don nehri gibi duruldum, yaş elliyi geçti, evime gelip giden insan sayısı azaldı, gelenlerin artık istedikleri kitabı alacak paraları var, dolayısıyla Mina Urgan’ın kitapları artık kütüphanemde Durgun Don gibi dururlar ümidi içindeyim.

Mina Urgan’ın anılarını yazdığı kitabın elimde tuttuğum 38. baskı esnasında sayın Urgan henüz hayatta imiş. Neden çok satmıştı bu kitap ve neden ben sürekli almakta ısrar etmiştim?

Mina Urgan dışarıdan bakılınca çok şanslıymış gibi görünen bahtsız bir hayatı “yaşamayı” başarmıştı. 1916 yılında zengin bir ailenin; üstelik iyi eğitimli ve kültürlü bir kadının ilk çocuğu olarak doğmuş, bizim edebiyat kitaplarında adlarını okuduğumuz yazarlar ve şairlerle dolu evlerinde geçmişti çocukluğu… Mina Urgan daha küçücükken babası, yani ünlü Fecri Ati dönemi şairimiz Tahsin Nahit annesini sevmekten vazgeçmiş ve başka bir kadınla evlenmek üzere onları terk etmeye hazırlanırken vazgeçmiş ama ardından o vakitler devası olmayan çok basit bir hastalık yüzünden ölüvermişti. Fakat annesinin ikinci eşi Falih Rıfkı Atay idi. Evet, şu bildiğimiz Falih Rıfkı Atay! Her ne kadar yeni nesil adını cadde veya sokak isimlerinden tanıyor olsa da “Çankaya”nın yazarı Falih Rıfkı Atay büyütmüştü Mina Urgan’ı…

Urgan soyadını kendisi almış, daha doğrusu bu adı ona Necip Fazıl Kısakürek tavsiye etmişti. Fakat dikkat; tıpkı Sayın Urgan’ın dediği gibi buradaki Necip Fazıl Kısakürek 1940’lı yılların değil 1930’lu yılların Necip Fazıl’ı imiş. Ona “Tıpkı bir nazar boncuğu gibi sevimli ve saçmasın” diyen bir Necip Fazıl…

Sayın Urgan tek evliliğini tiyatro sanatçısı Cahit Irgat ile yapmıştı. Cahit Irgat Mina Urgan’dan ayrıldıktan sonra Cahide Sonku ile evlendi ve birlikte Cahitler Tiyatrosunu kurup turnelere çıktılar ama alkol pençesindeki bu iki Cahit’in ne evlilikleri ne de Cahitler Tiyatrosu onları yavaş yavaş içinde boğuldukları bataklıktan çekip alamadı. Cahit Irgat 1971’de henüz 56 yaşında iken öldü, Cahide Sonku 1981’de öldü. Mina Urgan; onu bırakıp Cahide Sonku’ya yani bir zamanların rüya kadınının içi boşalmış haline giden eski kocasının ölüm haberini aldıktan sonra 29 yıl daha yaşadı. Fakat hain kader ne geçmişte çektiğiniz bakar ne de bunlara aldırır. Mina Urgan ve Cahit Irgat’ın şair oğulları Mustafa Irgat 1995 yılında hayata veda etti. Mina Urgan’ın anı kitabında bu ölümün ayrıntılarını değil ama verdiği yıkımın büyüklüğünü çok yerde hem okuyor hem anlıyorsunuz ve çevirdiğiniz her sayfada hayran olduğunuz bir edebiyat veya sosyal hayat insanının ismine rastlasanız da Mina Urgan’ın yerinde olmak istemiyorsunuz. Kızı Zeynep Irgat ne olursa olsun hayat ile barışıklığını hep korumuş annesinin, evladının ölümünden sonra hayata küstüğünü söyler. Eminim ki, bizi bambaşka dünyalara götüren ve bana bir kitabı beş defa aldıran o muhteşem yazın sanatını maalesef evlat kaybının ardından yaşadığı büyük acıya borçluyuz.

Mina Urgan küçücük bir çocukken denizde yüzerken Troçki’nin balık tuttuğu sandalına tutunarak onunla tanışmaya can atarken Rus korumalar tarafından azarlanmış, çocukken Ata’mız ile dans etmiş. Bizim halkımız şanslı olmak ile ayrıcalıklı olmayı hep karıştırır. Fakir doğup zengin olmuş bir kişiye, ya da zengin koca bulmuş bir kadının çok şanslı olduğunu düşünürüz. Zira büyük çoğunluğumuz hayat boyu ne şanslı ne de ayrıcalıklı olabilmişizdir ve bu yüzden bu ikisi arasındaki farkı bir türlü öğrenememişizdir. Ben 5 kere daha kaybetsem yine gidip satın alacağım Mina Urgan’ın kitabını okurken bu ayrıcalıklı ama tümüyle bahtsız ve şanssız kadının hayatını size haftaya da anlatacağım.