Türkiye’nin çok partili hayata geçiş masalının arka planında, susturulan kalemler, hapse atılan yazarlar ve toplatılan dergiler vardı. Onlardan biri, belki de en çok hafızalara kazınanı Marko Paşa idi. Derdini anlatacak bir muhatap bulamayan halkın ironik sembolüydü, ama aynı zamanda yürekli bir muhalefetin gür sesiydi.
1946 Kasımı, Türkiye’de mizahın da, basının da diken üstünde yürüdüğü yılların başlangıcıydı. İşte o karanlığın ortasında, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mim Uykusuz bir araya geldiler. Kalemlerini kılıç gibi kuşanıp Marko Paşa'nın sayfalarında gerçeği yazdılar, çizdiler, ama bu cesaretin bedelini de fazlasıyla ödediler.
Unutulmayan Kapaklar: Mizahın Yumruğu
Marko Paşa, öyle kapaklar hazırladı ki, kimi zaman bir karikatür, kimi zaman bir çizgiyle tüm siyasi iklimi özetliyordu. Sansürcüler bunları görmekten öyle korktular ki, derginin toplatılması neredeyse alışkanlık haline geldi.
En meşhur kapaklarından biri, 1947 yılında yayımlanan, üzerinde sadece şu cümle yazan kapaktı:
"Yazan Çizer Hapiste, Okuyucu Zaten Sessiz, Dergi de Toplatıldı…"
Bir başka kapakta, Marko Paşa karakteri, elinde bir dilekçe ile bürokrasi labirentinde dönüp duruyordu. Altında yazan cümle yine halkın dilinde gezen bir sitemdi:
"Derdimi Marko Paşa'ya Anlatıyorum, O da Başkasına…"
Bu kapaklar sadece mizah değil, birer toplumsal belgeydi. Ve bu belgeler, bugün dahi konuşulamayan, unutturulmak istenen bir dönemin aynasıydı.
Aziz Nesin'in Davaları: Mizahın Mahkeme Salonları
Marko Paşa dergisinin başyazarı Aziz Nesin, ömrünün büyük kısmını kalemiyle mücadeleye, kalanını da mahkeme salonlarına harcadı. En çok ses getiren davalardan biri, 1947 yılında açılan ve "hükümeti küçük düşürmek" suçlamasıyla yargılandığı davaydı.
Suç unsuru sayılan yazısında Nesin, seçim sistemini, polis baskısını ve iktidarın "demokrasi" maskesini eleştiriyordu. Yazının sonundaki şu cümle, dönemin iktidarını öyle rahatsız etti ki, Nesin hakkında dava açıldı:
"Halk konuşuyor sanıyoruz, meğer sadece mırıldanıyormuş. Mırıldanan halkın sesini yükselten tek yer ise Marko Paşa olmuş. Onu da susturursanız, geriye sadece fısıltılar kalır."
Bu dava sürecinde Nesin defalarca gözaltına alındı. Mahkemeler, sansür heyetleri, polis baskınları derken, o dönem Marko Paşa kadrosu için adliye koridorları neredeyse ikinci bir ofis haline geldi.
Ama ne kapatma kararları ne de hapis cezaları onların sesini tümüyle susturabildi.
Gizlenenin Peşinde Bir Kez Daha Soruyoruz:
O dönem toplatılan o kapaklar, bugün neden ders kitaplarında yok? Aziz Nesin'in mahkeme salonlarında dile getirdiği o gerçekler neden hâlâ arşiv raflarında tozlanıyor? Ve bugünün Türkiye'sinde, yine gazeteciler mahkemelerdeyken, basın özgürlüğünden hangi yüzle bahsediyoruz?
Marko Paşa susturuldu belki, ama onun temsil ettiği cesaret ve mizah hâlâ yaşıyor. Çünkü bu topraklarda gerçeğin sesini sonsuza dek bastırmak mümkün olmadı, olmayacak da.