Her sayfası, bir inkılabın nabzını tutuyordu. Harf devriminin tebeşir tozuyla yazıldığı kara tahtalardan, arp tellerine dokunan genç Cumhuriyet kadınlarına; fabrikaların dumanından, jimnastik yapan bedenlere kadar… Her kare, her satır, her başlık bir başka cepheydi. 49 sayı boyunca yayımlanan bu dergi, Cumhuriyet’in modernleşme yürüyüşünü hem kendi halkına hem de Batı’ya anlatma iradesiydi.
Ama dramatik tarafı da vardı. Çünkü bu sayfaların ardında bir telaş gizliydi: Dünyaya kendini anlatmazsan, seni başkaları anlatır. Henüz yaraları taze bir milletin, yanlış anlaşılmamak için verdiği bir kültürel savaş. İşte La Turquie Kamâliste tam da bu savaşın kalemi oldu.
Kurucu önderler, yalnızca cephede süngüyle savaşmamışlardı. Bu kez sahneye basınla, sanatla, sporla, bilimle çıktılar. Her satırda Mustafa Kemal’in gölgesi vardı: Batı’ya meydan okuyan bir özgüven, doğuya yeni bir yön gösteren bir irade. İsmet Paşa’nın siyasi zekâsı, Mahmut Esat’ın hukuk devrimleri, Afet İnan’ın kaleminden dökülen satırlar, Halkevleri’nin coşkulu ruhu… Bu dergi, onların topluca attığı imzaydı.
Ve benim için bir başka tarafı var: Boyut Yayınları’ndan edindiğim andan itibaren duyduğum heyecan. Bu kitap yalnızca o derginin öyküsünü taşımıyor; tıpkıbasımlarını da içeriyor. Bugünkü haliyle içindeki köşe yazıları da hâlâ çok anlamlı. Kuruluş yıllarına dair bir değerlendirme yazısı yazmak üzereyken dönüp tekrar tekrar başvurduğum bir başucu kitabına dönüştü.
Her Cumhuriyet aydınının elinin altında bulunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü La Turquie Kamâliste yalnızca bir dergi değil, kuruluşun kendisini dünyaya tercüme eden bir ayna. Her sayısı, Cumhuriyet’in erken dönemindeki “biz buradayız” haykırışıdır. O haykırış, bir daha geri dönülmeyecek bir yönü işaret ediyordu: modernleşme, laiklik, eşitlik, ilerleme.
Bugün sayfaları sararmış o dergiyi elimize aldığımızda, yalnızca bir yayın organına değil, Cumhuriyet’in kalbinin attığı bir günlüğe dokunuyoruz. Çünkü o satırlar, bir milletin yeniden doğarken yazdığı en dürüst satırlardı.