Amerika kıtasının 1492’de Kristof Kolomb tarafından keşfedilmesi, Kızılderililer için büyük bir yıkımın başlangıcı oldu. Avrupalı sömürgecilerin kıtaya gelişiyle birlikte Kızılderililere yönelik sistematik katliamlar, zorunlu göçler ve kültürel asimilasyon politikaları devreye girdi. Bu süreç, tarihçiler tarafından “Kızılderili Soykırımı” olarak tanımlanmaktadır. Kolomb’un kıtaya ulaştığı dönemde dünya nüfusunun yaklaşık %5’ini oluşturan Kızılderili toplulukları, günümüzde yok denecek kadar azalmıştır.
Tarihin Sessiz Mirası: Egemenler Değişti, Yıkım Devam Etti
1492’de Kolomb’un ve diğer kaşiflerin kıtaya gelmesi binlerce Kızılderili ve yerli için uzun süreli bir felaketin başlangıcıydı. Önce İspanyol İmparatorluğu, ardından Fransızlar ve Britanya... Farklı bayraklar, diller ve yönetimler... Ancak yerli halklar için değişmeyen tek gerçek; dışlanma, zorla yerinden edilme ve sistematik yok oluştu.
17. yüzyıldan itibaren İngiliz kolonileri Kuzey Amerika’da güç kazandı. İspanyol egemenliğinden miras kalan şiddet ve sömürü düzeni, bu kez Anglo-Sakson hukuku ve Protestan ahlakı eşliğinde sürdürüldü. Britanya’ya karşı bağımsızlık savaşı veren Amerikalılar da bu toprakların yerlisi değildi. Onlar da Avrupa’dan göç ederek kıtaya yerleşmiş yeni sömürgecilerdendi. Bu nedenle verdikleri mücadele, yerli halk için değil, Avrupa’nın yeni kıta üzerindeki paylaşım savaşının bir parçasıydı.
Yeni kurulan Amerika Birleşik Devletleri, sömürgeciliğe karşı kazanılmış bir özgürlük hareketi değil; başka bir soykırım politikasının devamı oldu. Her egemenlik değişiminde Kızılderililer daha da geri çekildi ve susturuldu. ABD’nin kurucuları, toprakları bu kez “medenileştirme” bahanesiyle kültürel ve fiziksel olarak işgal etmeye devam etti.
Bu tarihsel süreçte egemenler değişse de, soykırımın amacı ve yöntemi 20. yüzyıla kadar büyük ölçüde değişmedi. Kıtaya ilk ayak basıldığı günden itibaren şiddet, hile ve zor kullanılarak uygulanan soykırım, 1900’lü yıllarda yerini kültürel yıkıma ve psikolojik yıldırma politikalarına bıraktı. Kızılderililere yönelik bu saldırılar yalnızca fiziksel yok oluşla sınırlı kalmadı; aynı zamanda kültürel bir soykırım da gerçekleştirildi. Dilleri, gelenekleri ve yaşam biçimleri büyük ölçüde yok edildi. 1960’lı ve 70’li yıllarda birçok Kızılderili kadın, bilgileri dışında kısırlaştırıldı. Kültürel asimilasyon politikalarının etkileri bugün hâlâ devam etmektedir.
Tarihi Olaylar ve Uygulamalar
• Sand Creek Katliamı (1864): Albay John M. Chivington komutasındaki yaklaşık 700 ABD askeri, Colorado’da barışçıl bir Cheyenne ve Arapaho köyüne saldırarak çoğu kadın ve çocuk olmak üzere yaklaşık 230 kişiyi katletti.
• Yaralı Diz Katliamı (1890): Güney Dakota’da ABD ordusu tarafından yaklaşık 300 Lakota yerlisi öldürüldü. Bu olay, Kızılderililere yönelik son büyük katliamlardan biri olarak kayda geçti.
• Gözyaşı Yolu (1830’lar): Başkan Andrew Jackson’ın politikaları sonucu binlerce Kızılderili zorunlu göçe tabi tutuldu. Cherokee kabilesinden yaklaşık 17.000 kişi sürgün edildi; bu yolculukta 8.000’den fazlası hayatını kaybetti.
• Biyolojik Savaş: Kızılderililere çiçek hastalığı bulaştırılmış battaniyeler dağıtılarak biyolojik silah kullanıldı. Bu yöntemle birçok yerli yaşamını yitirdi.
• Bizon Katliamı: Kızılderililerin temel besin kaynağı olan bizonlar sistematik şekilde avlandı. Bu durum, yerli halkın açlıkla yüzleşmesine neden oldu.
ABD Başkanı Joe Biden, 2021 yılında yaptığı bir açıklamada, Kızılderililere yönelik geçmişte uygulanan politikaları “soykırım” olarak tanımladı. Ancak bu tanım, özellikle Avrupa devletlerinin de sürece ortak olması nedeniyle uluslararası alanda tartışmalara yol açtı.
Günümüzde Kızılderililerin Durumu
Kızılderili toplulukların şu anki yaşamlarında Tarihsel soykırım ve asimilasyon politikalarının etkileri büyüktür. Kentsel bölgelerde yaşayan birçok Kızılderili, yoksulluk, işsizlik ve sağlık hizmetlerine erişim eksikliği gibi sorunlarla mücadele etmektedir. Eğitim alanında da büyük eşitsizlikler göze çarpmaktadır; Kızılderili öğrencilerin mezuniyet oranları ulusal ortalamanın oldukça altındadır.
Kültürel asimilasyon, yerli dillerin ve geleneklerin kaybolmasına neden olmuştur. Birçok dil, nesiller arası aktarımın kopması nedeniyle yok olma tehdidi altındadır. Geçmişte uygulanan zorunlu yatılı okul politikaları, Kızılderili çocukların ailelerinden koparılmasına ve kültürel kimliklerinin bastırılmasına yol açmıştır.
Son yıllarda Kızılderili toplulukları, kültürel kimliklerini yeniden canlandırmak ve haklarını savunmak amacıyla çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. 1990 yılında, Kolomb Günü kutlamalarına karşı çıkan 350 Kuzey ve Güney Amerikalı, Ekvador’un başkenti Quito’da bir araya gelmiştir. 1992 yılında ise 12 Ekim günü yerel aktivistler tarafından “Uluslararası Yerli Halklar Dayanışma Günü” ilan edildi. Ancak tarihsel travmaların kalıcı etkileri ve günümüzde süren yapısal eşitsizlikler, bu çabaların önünde ciddi engeller oluşturmaktadır.
Avrupalı sömürgecilerin Kızılderililere uyguladığı soykırım ve asimilasyon politikaları, sadece geçmişte yaşanmış bir trajedi değil; günümüzde de etkisini sürdüren derin bir insanlık suçudur. Bu gerçeklerle yüzleşmek, hem tarihsel adaletin sağlanması hem de Kızılderili topluluklarının karşılaştığı yapısal sorunların çözümü açısından hayati önem taşımaktadır. Kamuoyunu dönüştürme gücüne sahip en etkili araçlardan biri olan sinema, bu yüzleşmenin sağlanmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Tarihsel gerçeklikleri özellikle 15. Yüzyıldan 20. Yüzyıla yayılan Kızılderili soykırımını birkaç saate sığdırmak mümkün değildir; ancak bazı film ve diziler, Kızılderililerin yaşadığı kültürel yıkımı, psikolojik direncini ve tarihsel travmaları güçlü bir şekilde yansıtabilmiştir.
Sinemada Kızılderili Soykırımı ve Etkileri
Kızılderili soykırımı, uzun süre boyunca Batı sinemasında ya görmezden gelindi ya da çarpıtılarak aktarıldı. Western türündeki birçok film, yerli halkı saldırgan ve ilkel göstererek sömürgeci şiddeti meşrulaştırdı. Ancak özellikle 20. yüzyılın sonlarından itibaren yapılan çeşitli sinema eserleri, Kızılderililerin yaşadığı travmayı ve sorunları daha gerçekçi ve duyarlı bir bakış ile beyaz perdeye sürmeye başladı. Bu filmler, hem tarihsel olayları geniş kitlelere tanıttı hem de soykırımın kültürel boyutunu sinema diliyle anlatma imkânı sundu.
Kızılderili soykırımı ile doğrudan ilgili beş film ve dizi:
1. Bury My Heart at Wounded Knee: Yaralı Diz Katliamı'nı ve asimilasyon politikalarını merkezine alan bu HBO yapımı film 2007 yılında yapıldı. Film tarihi olayları belgesele yakın bir gerçekçilikle işliyor.
2. Hostiles: 1890'ların sonunda geçen film, beyaz bir subay ile bir Kızılderili reisinin zorlu yolculuğunu konu alıyor. 2017 yılında çekilen film soykırımın psikolojik izlerine odaklanır.
3. The New World : Amerika'nın kolonileştirilme sürecini anlatan bu film 2005 yılında çekildi. Film yerli halk ile Avrupalılar arasındaki ilk temasların kültürel yıkım boyutuna dikkat çeker.
4. Dances with Wolves: 1990 yılında çekilen filmde ABD ordusundan ayrılan bir subayın Lakota kabilesiyle kurduğu ilişkiler üzerinden, Kızılderili kültürünün yok oluşunu ve direnişini sergileniyor.
5. The English: Modern Western anlayışıyla 2022’de çekilen bu dizi, bir İngiliz kadının ve Kızılderili bir adamın yolculuğu üzerinden sömürgecilik ve ırkçılığı sorgular.
Bu yapımlar, yalnızca sinema tarihinde değil, aynı zamanda toplumsal hafızada da Kızılderili halklarının yaşadığı soykırımı görünür kılma açısından önemli birer araçtır.