Yorgunluk belli edilmemeli, korku gösterilmemeli, duygular gizlenmelidir.
Sanki kırılganlık bir eksiklik, dayanıklılık ise değer ölçüsüymüş gibi…
Oysa güçlü görünmenin de bir bedeli vardır: insanın kendi iç sesini susturması.
Birçok kişi hayatta kalabilmek için duygularını bastırır, zayıf görünmemek için maskeler takar.
Kontrolü elden bırakmamak, her durumda dimdik durmak erdem sayılır.
Fakat bu çabanın ardında, çoğu zaman sessiz bir yorgunluk gizlenir.
Kırılmamak uğruna duygularını saklayan insan, bir süre sonra kendine yabancılaşır.
Gerçekte güç, korkusuzluk değil; korkularla yürüyebilme cesaretidir.
Gözyaşını gizlemek yerine akıtabilmek, “bilmiyorum” diyebilmek, yardım istemekten utanmamaktır.
Çünkü insanı ayakta tutan şey, kusursuzluk değil; içtenliğin verdiği dayanıklılıktır.
Bugün dünyada güçlü görünmek uğruna kendi kırılganlığını unutan milyonlarca insan var.
Ve belki de en büyük iyileşme, güçlü görünmeye çalışmaktan vazgeçip insan gibi görünmeyi seçtiğimiz anda başlıyor.
Belki de asıl güç, hiçbir şey olmamış gibi davranmakta değil; her şeye rağmen kalbini koruyabilmektedir. Çünkü insan, kendini sakladıkça eksilir, duygularını bastırdıkça kendi sesini kaybeder.
Gerçek dayanıklılık; kırıldığında da sevebilmekte, korktuğunda da yürüyebilmekte ve “artık yapamıyorum” diyebilmektedir.
Güçlü görünmeye çalışmak bizi insan yapmaz, sadece yorar.
Ama insan olmayı seçtiğimiz anda, maskeler düşer, kalp yeniden nefes alır.
Ve belki de işte o an — en sonunda — gerçekten güçleniriz.