Svan kavimi 300 sene gözlerden uzak Kafkas dağlarının zirvelerinde saklandı. Düşmanlarından ve soğuktan korunmak için yaptıkları kule evler şimdi UNESCO korumasında, dünya mirası oldu.
(FOTOĞRAF:BESİM GÜÇTENKORKMAZ)
Bir zamanlar dünyanın beli de denilen etkileyici, çıkılması zor Kafkas dağlarının elbette büyüleyici efsaneleri de var. Gürcü rehberim Sofiya yol boyunca bu efsanelerden bahsediyor. Efsanelerin en ilginci, Yunan mitolojisinde de yer alıyor. Efsaneye göre, Zeus insanlara kızar ve ceza olarak ateşi saklar. Titan’lı Prometheus insanların haline acır ve çok zeki, aynı zamanda kurnazca hamlelerle önce Zeus’un çevresine katılır. Bir gün Zeus’un sakladığı ateşi bulur ve o ateşten bir kıvılcım çalarak insanlara ateşi geri verir, ateşte maden işlemesini öğretir. Zeus ateşin yeniden insanların eline ulaşmasına çok kızar ve Prometheus’u Kafkas dağlarında ulaşılmayacak bir yere zincirler. Bir kartalı da Prometheus’un karaciğerinden her gün bir parça kopartarak öldürmekle görevlendirir. Prometheus ölmez. Çünkü karaciğeri her gün kendisini yeniden onarır. Uzun yıllar zincire bağlı olan Prometheus’u, Kafkas dağlarında gezen Herkül, Kartal’ı öldürerek kurtarır.
Kaf Dağları’nın efsaneleri elbette bununla da sınırlı değil. Burası Zümrüdü Anka kuşunun yaşadığı ve insan gözüyle göremeyeceği yükseklikte uçtuğu dağlar. Efsanelere göre Zümrüdü Anka kuşu kendi ölümünün yaklaştığını hissedince kendine dallardan bir yuva inşa ediyor ve sonrasında bilinmeyen bir sıvıyla bu yuvayı sıvıyor. Ardından güneş ışınları kuru dalları yakıyor. Kuş yanıp ölüyor ama sonrasında küllerinin arasından yeniden bir Anka kuşu olarak doğuyor.
TÜRK İZLERİ
Kafkasya, aynı zamanda Türk tarihî coğrafyasının ayrılmaz bir parçası. Türk tarihinde her zaman mümtaz bir yere sahip olmuş stratejik bir bölge. Türk tarihine şöyle bir baktığımızda, Hunlardan Göktürklere ve Hazarlara, Altınordu’dan Timur İmparatorluğu’na, Kazan ve Kırım Hanlıklarından Selçuklu ve Osmanlı Devleti’ne kadar, ordularımıza ve insanlarımıza ev sahipliği yaparken görüyoruz. Ama şu da var ki, bu süreç içerisinde zaman zaman Türk orduları tarafından çiğnenmiş, zaman zaman vergiye bağlanmış ama tarihin hiçbir döneminde hiçbir kuvvet, sarp dağlarla kaplı bu coğrafyaya tamamen egemen olamamış.
Kafkas dağları Kuzeyden Güneye sadece iki yerde geçit veriyor. Bu geçitler ise Kuzeyden geçen kervan katarlarının, istilacıların veya göçebelerin yıllarca ezberlerinde kalan Daryal ve Derbent geçitleri. Geçitler, hala da kullanılıyor.
SVAN EGEMENLİĞİ
Sert ve katı görünümlü Svan kavimi, hiç göçmeden binlerce yıldır bu yüksek dağlarda yaşamayı başaran kendine has kuralları, kültürleri, kanunları ve dilleri olan köklerine de sahip çıkan bir topluluk. Din olarak Hristiyanlığı seçmişler ve dağlar arasındaki bu izole bölgede yaklaşık bin yıl boyunca, kimse fark etmeden kendi kurallarına göre yaşamışlar. Bu vahşi ve zor coğrafyanın ulaşılamaz noktalarında yaşadıkları için, geleneklerini, dillerini ve kültürlerini de korumuşlar, kendi kanunlarını oluşturmuşlar.
Canlarını korumak için de Svaneti’nin merkezi Mestia ile bölgedeki bazı Svan köylerinde taşlardan dev kule evler inşa etmişler. Moğollar, Gürcistan’ı istila etmelerine rağmen hiçbir zaman Svaneti’ye ulaşamamışlar. Bölgenin zor ulaşım olanakları ve geleneksel kule tipi evleri, halkı istilacılardan korumuş. Gürcü krallarının özel bazı eşyaları bile ulaşılması imkânsız olan bu bölgede saklanırmış.
SU KAYNAKLARINDA İKİNCİ
Sofiya’dan aldığım bu bilgiler eşliğinde ilerlerken, Engürü nehrini takip ederek, uçurumların kenarından, virajlı dar yollardan, arabayla kıvrıla kıvrıla yükselmeye devam ettik. Engürü nehri, sadece bölgenin değil dünyanın en görkemli nehirlerinden birisi. Nehrin genişliği zaman zaman 200 metreyi bulabiliyor. Biraz sert akıyor ve sanırım üzerinde deniz taşımacılığı yapılmasına izin vermiyor. Gürcistan’ın, Brezilya’dan sonra su olanakları bakımından Dünya’nın ikinci ülkesi olduğunu da bu seyahatte öğreniyorum. Engürü nehri kıyısında, ünlü Gürcü yemeği Haçapuri yiyoruz. Haçapuri, tam olmamakla beraber, bazlama arasına konan peynir veya etin tost makinasında veya fırında pişirilmesi gibi tarif edilebilir.
SVANETİ VE MESTİA
Artık çok sayıda Avrupalı turistin gözdesi olan Svaneti topraklarındayız. Svaneti bölgesinin merkezi Mestia kasabası ve orada konaklayacağız. Mestia kasabası, yüksekliği 5 bin metreye yaklaşan 5 büyük zirvenin ortasındaki platoda ve kendisine bir vadi oluşturan Engürü nehrinin önemli bir kolu tam içinden geçiyor. Bu zirvelerden en zorlusu olan, görkemli Uspha dağının ikili zirvesini Mestia’ya bir saatlik yolumuz kaldığında gördük. Birbirine yakın yükseltideki iki zirvesi bulutların arasından zorlukla seçildi. Dediklerine göre, nazlı bir dağmış ve iki zirvesi de bulutlar tarafından hep saklanırmış. Bu çabasından dolayı, zirvelerin adına, Uspha’nın memeleri diyorlarmış. İlk bakışta, denizden yan yana yükselen iki balinaya benzettim ben bu zirveleri..
İşte ilk Svan kulesi de gözüktü. Kulenin arkasında Mestia kasabası belirdi. Kuleler birbirini takip ediyor. Sanki 5 metreye 5 metrelik bir tabanda inşaat başlamış. Yükseklikleri 30 metre kadar var. Unesco dünya mirası listesinde yer alıyorlar ve kesinlikle korunma altındalar.
Niye böyle ilginç bir mimarileri var onu da anlattılar. İstilacı düşmandan korunmanın yanı sıra, o bölgede yaşayan aileler arasında da büyük husumetler ve hatta kan davaları asırlar boyunca yaşanmış. Kan davalarının nedeni, ya arazi anlaşmazlığı ya da kız kaçırma olayları. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var, Gürcülerde de, Svanlar’da da akraba evliliği yok. Öyle teyze kızı amca oğlu ile falan evlenilmiyor. Eğer başka bir aileye verdiğin Svan kızı, damat’tan kötü muamele görürse, bu kadarı bile kan davasına neden olabiliyor. Her kulede bir aile yaşamış. Kuleler birkaç katlı. 4-5 metre kar yağan kardan etkilenmemek için, havalandırma pençeleri de çok yükseğe yapılmış. Mestia’da bu kulelerden yaklaşık 60-70 tane var. Köylerle birlikte 200 dolayında Svan kulesinin olduğu söyleniyor. Ve hepsi de Unesco tarafından koruma altına alınmış durumda.
Buraya gelen Türk turistleri, Gürcistan ile yakın ilişki kuran Rize merkezli Türk tur şirketleri taşıyor. Mestia’da, bazı Türk firmalarının otel ve restoranları var. Türk yemeklerine rahatlıkla ulaşılıyor.
Mestia taş çatlasa 3 bin kişinin yaşadığı küçük bir kasaba. Ama çok fazla turist aldığı için çoğu ev, pansiyona veya otele dönüştürülmüş. Gürcü yemekleri yapan restoranlar, pansiyon ve otellerin hemen altında yer alıyor. Çok fazla sırt çantalı Avrupalı turist var. Kalacak yer bulamayanlar, bir tesisin kenarında kurdukları çadırlarda çekinmeden konaklıyorlar. Vasat bir Gürcü restoran yemeği, bizim paramızla yaklaşık 100 lira civarında.
Cafe’leri genelde kasabanın ana caddesinin nehir gören tarafında. Bira 5, Şarabın şişesi 25 Lari civarında. Yerli biralarının yanında, Türk içkileri de satılıyor marketlerde. Bir Lari ise 8 TL civarında.
TELEFERİKLE KAYAK MERKEZİ
Mestia’da ilk gün. Bugün Teleferik ile Kayak merkezine gideceğiz. Mevsim yaz ve kayak mevsimi değil. Ancak, bu merkeze çıkılınca, tüm Mestia ayaklar altında kalıyor.
Yarım saatlik bir yürüyüşle Kayak merkezinin teleferiklerine kadar geldik. Burası yazın her ne kadar trekking merkezi ise kışın da bir o kadar Kayak merkezi. İki istasyonlu teleferik için 20 Lari ödeyerek Kayak merkezinin zirvesine kadar ulaşıyoruz. Buradan bakınca hemen hemen bütün zirveler ve zirvelerin platoları uzaktan da olsa çok net gözüküyor. Aşağıda ise Mestia kasabası ve Svan kuleleri tüm çıplaklığı ile panoramik görüntü veriyor.
Gürcüler ticarette bize hiç benzemiyorlar. Teleferikle çıktığımız zirvede güzel bir kafe var ve kafeyi işletenler içeride hazırlıklarını sürdürüyorlar. 30’dan fazla müşteri alış-veriş için beklese de, kafenin kapılarını açılış saatinden önce açmıyorlar. Halbuki, orada bir kahve veya çay içmek gerçekten keyif olurdu. İnanmayacaksınız ama buna bakkallar da dahil. Mağaza görevlisi içeride olsa bile bakkalına veya hediyelik eşya dükkanına, açılış saati gelmeden içeriye müşteri almıyorlar.
Çıktığımız kayak merkezinden Mestia kasabasında yaklaşık 4 saat orman içi yollardan trekking yaparak iniyoruz. Mestia’da tüm çeşmelerin suyu içiliyor. Dağdan gelen sularda Maden suyu tadını alıyoruz. Çeşmeler buz gibi akıyor. Sırt çantamdaki su kaplarımı bu çeşmelerden dolduruyorum.
SVAN KULELERİ
Artık bir Svan kulesinin içini gezebiliriz. 5 Lari ödeyerek, müze haline getirilen bir kulenin içini gezmek mümkün.
Bir taş kapıdan geçerek avluya, oradan merdivenle, kulenin toprak altında kalan bodrumuna iniyoruz. İçinde bulunduğumuz Svan kulesi, Mestia’da bir kadın tarafından yapılan tek kule olarak biliniyormuş. Bodrum katında hayvanlar için duvar diplerinde yapılmış bölümler var. Ortada ise bir yer ateşi üzerinde yemeğe hazır tutulan koca bir tencere yer alıyor. Bu katta hayvan ağıllarını üstüne yatak koymak için tahtalar serilmiş. Yeme, içme yatma, toplanma ve uyuma hayvanların ve mutfağın olduğu bu bodrum katta.
İçeriden ahşap merdivenle küçük bir taş delikten (zor sığarak) bir üst kata çıktım. Bu kat yeni evlenen çiftin katıymış. O katın bir üstündeki kat da, yeni evlenen bir diğer çifte aitmiş.
Diğer Svan kulesinde yaşayan bir aile ile kan davan varsa, ancak 12 şahit önünde tarafların barış için söz vermesi ile bu dava sonuçlanırmış. 12 şahitten birisi itiraz ederse, dava devam edermiş. Kimse kimseyi, kan davası da olsa, yazılı olmayan Svan kanunlarına göre, sırtından vurarak öldüremezmiş. Ayrıca karısının veya çocuklarının önünde de kan davalını öldüremezmişsin. Ama yaşadıkları sert doğa, Svanları da sert insanlar yapmış. Bu setliklerini ve hoş görüşüz olmalarını Mestia sokaklarında şimdi bile görmek fazlasıyla mümkün.
USHPA’NIN ETEKLERİ VE BUZUL GÖLLERİ
Bu sabah kiralanan arabalarla Buzul göllerini görmeye gidiyoruz.
Mestia’da yol Türkiye’deki gibi sağdan akıyor ama direksiyonu sağda olan çok sayıda İngiliz arabası, dağ yolculuklarında kullanılıyor. Kiralanan araçlar 7 kişilik minibüsler ve direksiyonları sağda. Altları oldukça yüksek olduğu için, dağ yollarında özellikle bu kiralık arabalar kullanılıyor.
Tozlu topraklı yollardan geçerek yaklaşık 2 saatte Koroldi buzul göllerine ulaştık. Yaklaşık 3 bin 500 metrelerdeyiz ve efsanevi Ushpa dağı’nin iki zirvesi de, ona çok yakınlaştığımız bu noktadan, bugün açık havada çok net olarak gözüküyor. İki zirvenin de bu kadar net görünmesinin çok nadir olduğunu söylüyor rehberimiz. Ushpa’nın memelerini tüm çıplaklığı ile görüntülüyoruz bir süre. Ancak bulunduğumuz platodan diğer zirveleri de görebiliyoruz. Gerçekten en dik ve en görkemli olanı Ushpa. Buraya kuzey yönündeki rotadan en son 1938 yılında bir Rus dağcı çıkabilmiş. Ondan sonra çok kişi denemiş ama hiç kimse çıkamamış. Bu arada çok da can almış çıkmak isteyenlerden. Birkaç yıl önce ünlü Türk dağcı Tunç Fındık da denemiş çıkmayı ama başarılı olamamış. Ushpa’nın platosunda buzul gölleri var. Dağlar arasında keyifli bir yemek molası veriyoruz. Burada bütün zirveler el dokunuşu kadar yakın. Ushba ve Chatani zirveleri yaklaştıkça uzaklaşıyor, sağ yanımızda Dalakora zirvesi ve Mestiachala deresi ve yatağı, tam karşımızda karlı zirveleri ve büyüleyici duruşları ile ile Tetnuldi ve Banguriani zirveleri var.
Yemekten sonra dönüş yolu orman içinden yürüyerek Mestia’ya inmek şeklinde. Dolambaçlı toprak yollardan araba ile çıktığımız Alpin çayırlarından, bu kez, orman içi daha kestirme yollardan yürüyerek 3 saate inip, otelimize geliyoruz.
BUGÜN BUZULLARI GÖRECEĞİZ
Bugün Mestia’nın içinden geçen azgınca akan Engürü nehrinin bu kolunun doğduğu buzullara yürüyerek gideceğiz. Gidiş geliş 16 kilometrelik bir yürüyüş bizi bekliyor. Orman içinde 20 dakikalık dik bir tırmanıştan sonra, akarsuya ulaştık ve kenarından yükselerek doğduğu noktaya kadar saatlerce yürüdük. Kaygan taşlardan olan bir zemini de geçtikten sonra, Chaladi akarsuyunun oluşturduğu bir buzula geldik. Buzulun yüksekliği yaklaşık 10 metre ve eni 30 metreye ulaşıyor. Chaladi akarsuyu, bu buzulun hemen arkasındaki dağlardan gelip, kendi oluşturduğu bu buzuldaki tünelden geçiyor ve Mestia kasabasına doğru akıyor. Su elbette buz gibi ama oldukça bulanık bir görüntüsü var. İçinden geçtiği hemen yanı başımızdaki dev buzulları da akış şiddeti ile yavaş yavaş parçalıyor. Bu nedenle sarp bir kaya gibi duran buzula ancak, 10 metre kadar yaklaşabiliyoruz. Buzul eridikçe altı boşalan taşların serserice düşmesi her an tehlike yaratıyor. Yaklaşıp elimizi değemediğimiz buzul, çıplak arazide hoş bir serinlik de veriyor. Arkada yüksek dağlar, yanımızda buzul, üşümemeye çalışarak karnımızı doyuruyoruz. Dönüş yolu da 8 kilometre. Ancak tatlı bir iniş olduğu için, Mestia’ya daha kısa sürede dönüyoruz. Otelimizin hemen yanından akan su, başlangıcına gidip buzulunu gördüğümüz su. Aynı suyun sesiyle, otelin bahçesinde akşam yorgunluğunu atmak güzel oluyor.
USHGULİ KÖYÜ
Svan diyarında son günümüz ve sadece Svaneti’nin değil, Avrupa’nın da en yüksek yerleşim yeri olan Ushguli köyüne gideceğiz. Bu köy bulunduğumuz kasabaya 45 kilometre uzaklıkta ve bozuk bir yoldan 4×4 araçlarla gidilebiliyor. Köy yolu üzerinde seyrek de olsa Svan Kuleleri var. Ancak köye girince çok sayıda Svan kulesi görüyoruz. Bu köyde oturan yerli halkın büyük bölümü köylerinden hiç çıkmamış. En büyük merakları ise uydu kanallarından Türk televizyonlarını izlemek. Bu nedenle. Özellikle çocukların çat pat Türkçe konuştukları belirtiliyor. Gerçi, ben de alış veriş yaptığım bir köy evinde “kalem” dedim ve köylü kadın bana “kalem” getirdi. Demek ki Türkçeyi anlıyorlar. Belki de Türk soyları ile Svanların bir bağlantıları vardır diye düşünüyorum.
Ushguli köyünde tepede, yaşayan bir kilise de bulunuyor. Kiliseden bakınca, hemen karşımızdaki Chaladi dağı daha bir heybetli geliyor.
ARAPLAR BİZDE, AVRUPALI MESTİA’DA
Son olarak şunu söyleyebilirim. Mestia, yıllardır Türkiye’nin gözbebeği Kaçkar dağlarına gelen Avrupalı gezginlerin ve trekking tutkunlarının yeni rotası olmuş. Kaçkarların o güzelim yeşillikleri, yayla görmemiş Araplar tarafından kullanılmaya başlanınca, Avrupalı turist Mestia’ya kaçmış.