Nezih Kuleyin ile birlikte Gizlenenin Peşinde programında yaptığımız üç bölümlük çalışmada, Ankara’nın yer adlarına bu gözle baktık. Her biri birer şifreydi. Bazısı bir kişi adını taşıyor ama kimin olduğunu artık kimse bilmiyor. Bazısı doğa biçimlerini çağrıştırıyor ama doğa çoktan dümdüz edilmiş. Bazıları ise doğrudan, bu toprakların geçmişine dair birer taş bellekti. İşte o taşların arasına sinmiş hikâyelerden bazıları…
İlk Adın Gölgesinde: Ankara mı, Engürü mü?
Ankara’nın adıyla başlamak gerek. Bugünkü "Ankara" ismi, yüzeyde sade görünse de köklerinde Helenistik, Latin, Arap ve Türk dillerinin izlerini taşır. Antikçağda “Ankyra” (çapa) olarak geçen bu ad, Galatlar dönemine dek uzanır. Roma İmparatoru Augustus'un burada bıraktığı yazıt, “Ankyra” ismini Latince harflerle taşlara kazımıştır. Orta Çağ’da Arapça kaynaklarda “Engürü” olarak geçer; Türkler bu adı bir yandan sürdürürken, bir yandan “Ankara” formunu da yaşatır. Farsça “angur” (üzüm) kelimesiyle bağlantı kuranlar da vardır ki, 19. yüzyılda dünyaca ünlü “Ankara keçisi”nin yünü kadar, üzümü de ün salmıştır.
Ama bugün bir çocuğa “Ankara ne demek?” diye sorsanız, cevapsız kalacaktır. Çünkü kentle bağ kurmak sadece orada yaşamakla değil, ismini hatırlamakla başlar.
Keçiören: Küçük Ören’den Büyük Şehre
Keçiören adını düşündünüz mü hiç? İlk bakışta “keçilerin çıktığı yamaç”, otladığı yön anlamına geldiği düşünülür. Osmanlı arşivlerinde “Keçiyurdu”, “Keçiharmanı”, “Keçiörüğü” gibi adlandırmalarla da karşılaşılır. Fakat bugünkü Keçiören artık keçi göremeyeceğiniz, betonun koyun sürülerini bile unutturduğu bir yerleşim.
Ancak Nezih Kuleyin ile yaptığımız çalışmada ortaya koyduğumuz gibi, Keçiören adının kökeni yalnızca hayvancılıkla değil, antik yerleşim terimleriyle de ilgilidir. “Ören” kelimesi, Anadolu'da eski yerleşim yerlerini ifade etmek için kullanılır. Ulus çevresi geçmişte “Büyük Ören” yani “Büyükören” olarak anılırken, Keçiören’in “Küçük Ören”den geldiği, zamanla bu ifadenin halk arasında “Keçiören”e dönüştüğü anlaşılmaktadır. Yani adındaki “keçi”, aslında keçiden değil, “küçük” sıfatının halk dilindeki dönüşümünden kaynaklanıyor olabilir.
Bu etimolojik dönüşüm, yerel belleğin nasıl seslerle, alışkanlıklarla ve unutkanlıklarla şekillendiğini gösteren güzel bir örnektir. Keçiören bugün modern bir ilçeye dönüşmüş olsa da adının ardında hem “küçüklük” hem de “eski yerleşim” fikri saklıdır.
Çankaya: Ne Zenginmiş Şu “Kaya”
Cumhuriyet’in kalbi sayılan Çankaya'nın adı da başka bir kaya üzerine oturur. “Çan” kelimesiyle ilişkilendiren de var, Farsça’daki “çen” (sis) ya da “çok” anlamlarıyla bağ kuran da. Ama asıl vurgu “kaya”dadır. Yüksek, sert, yerleşik bir anlamı çağrıştırır. Nitekim Cumhuriyet’in de en başından itibaren burada konumlanması bir tesadüf değildir. Atatürk'ün köşkü burada seçilmiştir; hem fiziki hem sembolik olarak yüksekte durur.
Nezih Kuleyin’in dikkat çektiği gibi, Çankaya yalnızca coğrafi değil ideolojik bir simgeye dönüşmüştür. Adıyla da yükseklik, merkezilik, kararlılık mesajı verir.
Etimesgut: Bir Trenle Gelen İsim
Etimesgut, adıyla dahi modernleşmenin izlerini taşır. Bu isim, Cumhuriyet’in demiryolu politikalarının Anadolu’ya damgasını vurduğu dönemde öne çıkar. “Etimesgut” isminin 1925 sonrası dönemde ortaya çıktığını ve "Eti" (Hitit), “mesgut” (güvenli, korunmuş) anlamlarını çağrıştırdığını söyleyenler vardır. Fakat halk arasında “tren istasyonunun orası” anlamında sade bir kullanım da gelişmiştir. Bugün çoğu kişi adının anlamını bilmeden orada yaşar.
Etimesgut’ta yürürken hem Hitit anıtları görebilir hem de kentsel dönüşümün en son örneklerine rastlayabilirsiniz. Yer adı, tıpkı bölgenin kendisi gibi, hem geçmişe hem geleceğe bakan bir ayna.
Ulus: Ama Hangi Ulus?
“Ulus” adı da 1930’ların ulus-devlet tahayyülünü yansıtır. Cumhuriyet’in başkentinde, merkezin adının “Ulus” olması bir tercihten ibaret değildir. Daha önce “Taşhan civarı” ya da “Ankara Kalesi altı” gibi coğrafi ifadelerle anılan bu bölge, bilinçli bir biçimde “ulus” kavramıyla özdeşleştirilmiştir. Yeni bir milletin doğuşuna tanıklık eden bu bölgeye artık yeni bir isim verilmiştir: Ulus. Ancak tarih burada bitmez.
Nezih Kuleyin, programda Ulus’un Osmanlı dönemindeki adlandırmalarını, hanlarını, çarşılarını anlatarak bu modern ismin altında çok katmanlı bir geçmişin yattığını hatırlattı. Ulus, aslında bir geçiş bölgesidir: hem fiziksel hem tarihsel anlamda.
Ankara’nın yer adları, unutuşun kıyısında dalgalanan flamalar gibidir. Bazısı zamanla yok olur, bazısı anlamını yitirir, bazısı da olduğu yerde dik durmaya devam eder. O isimlere tekrar bakmak, bir kenti değil, bir tarihi yeniden okumaktır.
Nezih Kuleyin ile gerçekleştirdiğimiz Gizlenenin Peşinde programında sadece adları değil, onlarla birlikte hatırlamayı da konuştuk. Çünkü bazı adlar, sadece yön göstermez. Hafıza taşır. O hafıza da ancak yeniden sorular sorarsak canlanır:
- “Buraya neden böyle denmişti?”
- “Bu ad bize neyi unutturmaya çalışıyor?”
- Ve en önemlisi: “Bu şehir ne anlatmak istiyor?”
İzlemek İsteyenler İçin