Tasavvuf “Mutlu olmak için huzura ermek gerekir” der. Gönül huzur buldukça menzili uzundur mutluluğun. Birçoklarına göre ikisi de aynı şey gibi algılansa da birbirlerinden farklı duygulardır. İki ayrı kardeş gibi.Mutluluk nefs boyutumuza ait ve dışsalken huzur, ruh boyutumuza ait ve içseldir. Demekki sahici, kalıcı mutluluğu kendi içimizde yani huzurda bulmak durumundayız. Gelip geçici duygulardan bahsetmiyorum. ‘Huzursuz bir ruhun bedenini mutlu etmesi imkansızdır’ demek isabetli olacaktır. İnsan her ne kadar topraktan yaratılmışsa da akıl, ruh ve nefsten oluşmuştur. Akıl, ruh ve nefs üçlemesi sac ayağı gibi, hangisi fazla olursa aksaklık ve dengesizlik zuhur bulur.
Kendini yaradana vermiş ve tasavvufla uğraşan İranlı şair, hekim ve eczacı olan Feridun Attar (eczacı olması sebebiyle Aktar olarak anılır) insanları kuşa benzetmiş. Kuş metaforu ile insanın ilerleyebilmesi ve yok olmaması için iki kanada gerek duyulduğuna dikkat çekmek istemiş. İki kanadın biri madde diğeri manadır Aktar’a göre Mana kanadı kırık olanın, madde kanadı ne kadar güçlü olursa olsun uçması, ilerlemesi hatta yaşaması mümkün mü? Ya da tam tersi. Mana kanadı çok güçlü ama madde kanadı olmayan insanın sağlıklı şekilde yaşaması na mümkün olacaktır. Tek kanatla hangi kuş uçar Yaşar Kemal’in Tek Kanatlı Bir Kuş’undan başka?
Her iki kanadın aynı oranda güçlenmesi ve büyümesi için düşünceye ihtiyaç duymaktayız.Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim üzere; akıl düşünceye tabiidir. Demek oluyor ki düşüncesizlik akılsızlığın kaynağı. Manamızı ve maddemizi (aklımızı) bir arada geliştirmek istiyorsak düşünce üretmeliyiz.
Meditasyon veya tefekkür düşünceye zemin açar. Düşünmeden hakikate, anlayışa ermek mümkün mü?Düşünce ve niyet oldukça kıymetlidir denge için. Akıl niyete göre hareket eder ve şekillenir. İyiliğe veyahut kötülüğe niyetlenirsek akıl ona göre çalışmaya başlar.Ateş olmayan yerden duman çıkmaz sözünden örnekleyecek olursam; ateş düşünce/niyet, duman ise akıldır.
İçimizde kaybettiğimizi dışarıda aramak nafile bir çaba. Mutluluk içimizde yani huzurda; çünkü huzur ruh boyutumuza aittir.İnsanlık var oldu olalı nefsin kölesi olmaya müsait olmuş. Yoksa Hz Âdemle Havva neden kovulsunlar ki sonsuz cennetlerinden? Çünkü nefs, akı kara karayı ak olarak gösterir insana, bi kereden bi şey olmaz dedirtir, dahasını istetir. Hz Âdemle Havva anamızı sonsuz cennetten kovdurtan nefs, bu dünyada bize ne yaptırmaz ki? Demek ki insan kolayca yoldan çıkabiliyor manası gelişik değilse.Peki huzura nasıl ereriz? Kendini bulup anlayınca ve ne aradığını bilmeden doyumsuz güdüyle hep bir şeyleri aramayı bırakınca erebiliriz.
Zikretmek huzura kavuşturur bizleri. Bu arada gerçek bir zikirden bahsediyorum. Bahsettiğim zikir sadece tesbîhat değil, iyi niyetle yaklaşmak, ön yargısızca birini dinlemek, ihtiyaç sahibine el uzatmak, hak edene hakkını vermek, güzeli alkışlamak, tüm canlıların bizlerle eşit yaşam hakkına sahip olduğunu bilip davranışlarımıza yansıtmak, gülümsemek, bir şey ortaya koymak, yaradanın mucizevi güzelliklerinden esinlenip sanata yönelmek, ilim ve bilimle uğraşmak, güzel sözler söylemek,… zikirdir.
Tüm bunlara karşın, bizler huzurda mutluluğun olduğunu unutup, mutluluğun içinde huzuru arıyoruz. Böylece ne istediğini bilmeyen, doyumsuz, maymun iştahlı, şımarık, kıskanç, depresif insan olup çıkıyoruz. Daha çok daha çok isteyip duruyoruz. Hayalini kurduğumuz neyse ona sahip olduğumuzda mutlu olacağımızı düşünüyor, o uğurda zamanımızı harcıyor hatta dünyanın diğer ucuna gidiyoruz. Bir şekilde ona kavuşuyor, insanların en mutlusu olduğumuz duygusuna kapılıyoruz; fakat pek kısa sürede hoop yine eski ruh haline bürünüyoruz. Çünkü bu dışsal geçici duygular med gibi yükseltiyor, cezir gibi de sert bir şekilde kıyıya vurduruyor.Böylece güzelliğimize, edimlerimize, varlığımıza şükretmeyince doyumsuz oluyoruz.Velhasıl huzurlu olmayan mutluluğa içten içe hasret kalıyor.