TAYLAN İNAN GÜLKANAT

Türkiye bu Pazar günü sandığa giderek 5 yıl boyunca yaşadığı il ve ilçeleri kimin yöneteceğini seçecek. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 2019’da yapılan yerel seçimlerde 11 büyükşehir belediyesi kazanarak büyük bir başarıya imza atmıştı. Bu bağlamda CHP’nin 5 yıllık yerel yönetim performansını ve yerel seçimleri CHP Bilim Kültür Platformu Parti Meclisi üyesi Prof. Dr. Armağan Erdoğan ile konuştuk.

“HALK HÜKÜMETİ VERDİĞİ OYLARLA UYARACAK”

- 31 Mart Yerel Seçimleri için Türkiye ve CHP adına genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?

- Prof.Dr. Armağan Erdoğan:31 Mart Yerel Seçimleri hem 14 ve 28 Mayıs seçimlerinin hemen ardından olması hem de partimizdeki değişim sürecinin sonrasına denk gelmesi nedeniyle önemli bir seçim olacak. Tabii bundan sonra genel seçimlere kadar en az 4 yıllık bir süreç olması da bu seçimi önemli ve kritik bir hale getiriyor. Bu haliyle yerel seçim olmanın ötesine geçiyor. Seçim çalışmaları sürecinde de bunu çok net olarak görüyoruz zaten. Halkta derin bir yoksulluk var. Sadece dar gelirli kesim ve emekliler değil ücretli çalışan tüm yurttaşlar için hayat giderek çok daha fazla zorlaşıyor. Gelir dengesizliği, sosyal adaletsizlik, kayırmacılığın sistematik bir şekilde devam etmesi, liyakatli kadroların giderek her alanda süreçlerin dışında bırakılması aslında günlük hayatta herkesi, hepimizi çok doğrudan etkiliyor. Mayıs seçimlerinde verilen vaatlerin yerine getirilmemesi bu sıkıntıları iyice derinleştirdiği için yurttaşların üzerinde daha fazla bir yük olarak yansıyor. O nedenle de bir anlamda genel seçimlerin ardından futbol tabiriyle hükümete sarı kart, biz eğitimcilerin tabiriyle zayıf karne verileceğini düşünüyorum. Halk memnun olmadığı konularda hükümeti yerel seçimlerde verdiği oylarla uyaracak diye düşünüyorum.

“GENEL SEÇİMLERİN ARDINDAN DUYGUSAL KOPUŞ YAŞAYANLARIN DEĞİŞİM SÜRECİNDEN OLUMLU ETKİLENDİKLERİNİ GÖRÜYORUZ”

Bizim açımızdan ise değişimin sahaya ve yurttaşlar yansımasının sonuçlarını gördüğümüz bir seçim olacak. Kasım başında Kurultay oldu ve hemen ardından aday belirleme süreci başladı. Bu kısa süreçte Parti Meclisi’nde, MYK’da Genel Başkanımız Özgür Özel’in vizyonu, dinamizmi ile değişimi çok boyutlu olarak parti işleyişine adapte etmekle ilgili çok yoğun emek verildi. Aday belirleme sürecinde bizler Milletvekillerimizle birlikte farklı illere heyetler olarak gittik, aday adaylarıyla, örgütümüzle, yurttaşlarımızla görüşmeler yaptık, o ilin, bölgenin ihtiyacına uygun aday profiline dair raporlar hazırladık. Genel merkezimiz çerçevesini kendi belirlediği şekilde anketler uygulattı. O ilin örgütü, milletvekillerinden görüşler alındı. Bütün bu parametreler değerlendirilerek adaylar belirlendi. Bunu ben akademiden gelen ve sistematik çalışmanın önemine inanan birisi olarak çok değerli buluyorum. Etkilerininkısa, orta ve uzun vadede partimizin değişimi ve siyaset anlayışının toplumun beklentileriyle çok daha fazla uyumlu olması bakımından çok faydalı olacağına inanıyorum. Kısa vadede genel seçimlerin ardından duygusal kopuş yaşayanların değişim sürecinden olumlu etkilendiklerini sahada görüyoruz. Orta vadede umarım bu seçim günü de sandıklara yansıyacak ve biz hem büyükşehirleri tekrar kazanacağız, hem de eskiden CHP’nin kazanamadığı bazı il ve ilçelerde de bizim belediyecilik hizmetlerimizi hayata geçirme imkanı bulacağız diye düşünüyorum. Uzun vadede seçim sonrasında da Genel Başkanımızın belirttiği gibi partimizi, tüzüğü ve tüm süreçleri iyileştirmek için bir yoğun çalışmaya gireceğiz. Bu sürece tanıklık edeceğim ve katkı sunacağım için de çok heyecanlıyım doğrusu.

“CHP’Lİ BAŞKANLARININ YÖNETTİĞİ ŞEHİRLERDE HAK VE HALK ODAKLI BİR BELEDİYECİLİK YAKLAŞIMI BAŞLADI”

- 2019 seçimlerinden sonra birçok büyükşehir yönetiminin CHP'ye geçmesiyle halk CHP belediyeciliği ile tanıştı. Başta Ankara ve İstanbul olmak üzere 5 yılda CHP; şehirlerde, belediyelerde neleri değiştirmekte başarılı oldu?

- Prof. Dr. Armağan Erdoğan:Ankara ve İstanbul başta olmak üzere CHP’li belediye başkanlarının yönettiği şehirlerde hak odaklı ve halk odaklı bir belediyecilik yaklaşımı başladı. Yani kamu kaynakları halka hizmet üretmek için önceliklendirilerek kullanıldı, bu bir süredir unutulan, göz ardı edilen bir durumdu ne yazık ki. İkincisi ise bu hizmetler yurttaşlara lütfederek değil yurttaş olmalarından kaynaklı hakları olduğu için sunuldu ve belediyelerin ve kamu hizmeti yapan tüm kurumların aslında böyle çalışması gerektiği yeniden hatırlanmış oldu. Somut örnek vermek gerekirse örneğin büyükşehirlere üniversite eğitimi için giden milyonlarca öğrenci var. Ama devletin yaptığı yurtlar yetersiz kaldığı için ya birkaç arkadaş bir araya gelip ev kiralıyorlar; ya da cemaatlerin, tarikatların yurtlarına mahkum kalıyorlardı. Bizim başta İstanbul ve Ankara olmak üzere belediye başkanlarımız belediye kaynaklarını daha önceden olduğu gibi kendilerine yakın kişilere, vakıflara, cemaatlere harcamak yerine yurdun farklı yerlerinden gelen ve barınma sorunu yaşayan gençlerimize yöneltmiş oldular. İşte bu yaklaşım hem halka, hem de fırsat eşitliği sunduğu, barınma hakkını tesis ettiği için hak temelli bir belediyecilik anlayışını halka tanıttı. Aynı şekilde deprem sırasında depremden etkilenen 11 kentin acil, orta ve uzun vadedeki her tür ihtiyacına yetişmelerini örnek verebiliriz. Pandemi döneminde bir yandan kentlerdeki birikmiş altyapı sorunlarını çözüp, bir yandan halkın sağlıklı yaşaması için önlemleri alıp, öte yandan da o süreçte kepenk kapatmak durumunda olan, iş yerlerini açamayan esnafa destek oldular, borçlarını ödeyemeyen yurttaşlar için destekler oluşturdular. Kısacası 22 yıldır unuttuğumuz belediyecilik hizmetlerini hayatımıza dahil ettiler. Çünkü belediyelerin görevi sadece park, bahçe, yol yapmak değil doğumdan ölüme kadar insanların karşılaştıkları her soruna yerelde çözüm bulmak. O nedenle bir yandan afete, iklim krizine karşı dirençli kentler oluştururken, öte yandan farklı ihtiyaçları olduğu için özel olarak proje yapmayı gerektiren çocuk, genç, kadın, engelli, yaşlı halkın ihtiyaçlarına cevap verecek hizmetlerle dayanışmacı bir kent ortamı oluşturmak konusunda başarılı oldular. Bir de tabii kentin kimliğini, doğasını, kültürünü korumakla ilgili mesela Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’in başardıklarını İstanbul ve Ankara için yapmakçok önemli bir vizyon değişikliği oldu. AVM ve plaza temelli bir kente doğru evrilmenin yerine İstanbul’un medeniyetler boyunca eşsiz tarihi dokusunu ve Ankara’nın özellikle Cumhuriyet tarihinin somut varlıklarını korumak ve halkın kullanımına sunmak bence çok başarılı işler.

“GENÇLERİMİZİN GELECEKLERİNDEN UMUTSUZ OLMALARI BİR “BEKA” SORUNU”

- Bir genel başkan değişimi de yaşadığınız kurultay sonrası Bilim Kültür Platformu'ndan Parti Meclisi üyesi seçildiniz, toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine görev ve çalışmalarınız da var. Bu iki önemli detayı da göz önünde bulundurarak; belediyecilikte bilim, kültür ve sanatın önemini açıklar mısınız? Belediye bu alanlarda hangi çalışmalara öncülük etmeli? Siz bir belediye başkanı olsanız bilim kültür sanat alanında neler yaparsınız? 5 yılda CHP ne yaptı?

- Prof. Dr. Armağan Erdoğan:Bu soru için de ayrıca teşekkür ederim. Evet ben 4 Kasım tarihinde Bilim Kültür Platformu’ndan delegelerimizin teveccühleriyle Parti Meclisi’ne seçildim. Hem partimizin böyle kritik bir eşiğinde, hem ülkemizin birçok alanda ama en çok da eğitim ve gençlerle ilgili bir kısır döngünün olduğu bir dönemde bu göreve seçilmiş olmak benim açımdan hem çok büyük bir onur; hem de aynı zamanda çok büyük sorumluluk. Bunun bilinciyle görev yapıyorum. Ben 2009-2018 yılları arasında toplumsal cinsiyet eşitliği alanında UNESCO Toplumsal Cinsiyet eşitliği ihtisas komitesinde görev yaptım, akademik çalışmalarımda ve idari görevlerimde de toplumsal cinsiyet eşitliği öncelikli bir yaklaşımım oldu. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarımı yurt dışında yaptığım ve kariyerim süresince uluslararası temsillerde ve görevlerde bulunduğum için dünyadaki gelişmeleri de takip etme şansım oldu. Ayrıca, doçentliğimi ve profesörlüğümü “Yükseköğretim Çalışmaları” alanından aldığım için üniversiteler, gençlerin nitelikli bir şekilde yetişmesi de Türkiye’nin gelişmesi ve kalkınması için çok önemsediğim bir alan. Zaman zaman Genel başkanımız da söylüyor, kesinlikle katılıyorum. Gençlerimizin iyi eğitim alamaması, liyakat eksenli olmayan istihdam politikaları nedeniyle çalışmalarının karşılıklarını alamamaları, ekonominin ve adaletin iyi işlememesi gibi birçok nedenden dolayı geleceklerinden umutsuz olmaları bence üzerinde düşünmemiz ve düzeltmek için uğraşmamız gereken bir “beka” sorunu. Bizim iyi yetişmiş, nitelikli ve bu ülkenin kalkınmasında çok önemli işleve sahip gençlerimiz giderek artan bir şekilde eğer geleceklerini bu ülkede göremiyorlarsa, bu ülkede kendilerine yer olmadığını düşünüyorlarsa ve başka ülkelerde çalışmayı, yaşamayı düşünüyorlarsa bu sadece gençler için değil, ülkenin ekonomisi için, toplumsal yapısı ve kalkınması için de çok çok büyük bir problem ve ne yazık ki görmezden geliniyor. Belki sorunuza tam olarak odaklanmamış oldum. Ama söylemek istediğim şu: Türkiye’de siyasetin halka rağmen değil halk için yapılması, halk için politika üretmesi ve yürütülmesi gerekiyor. Siyasetin her konuda ülkedeki geçerli ve güvenilir verilerden, dünyadaki örneklerden ve bilimsel çalışmalardan da beslenmesi gerekiyor. Belediyeler için de böyle. Üniversiteler sadece eğitim veren, öğrenci yetiştiren yerler değil araştırmalarıyla, bilimsel çalışmalarıyla da dünyadaki bütün sorunlara çözüm üretecek kurumlardır. Depremden, afetlerden, göç olaylarına; teknolojiden sağlık alanına; sosyal meselelerden hukuk, adalet ve eğitime kadar aklınıza gelen hayatımızdaki her alan üniversitelerin çözüm üretebileceği alanlar. Ben üniversitelerin bizim gibi kalkınmakta olan ülkelerde ve genç nüfusa sahip olan bir ülkede lokomotif görevi olduğunu düşünüyorum. Merkezi yönetimin ve yerel yönetimlerin de üniversitelerde oluşturulan bilgiden daha fazla faydalanması gerektiğine inanıyorum. Bir boyutuyla durum böyle. Öteki boyutuyla ise mesela ildeki ya da ilçedeki üniversitelerin öğrencileri, öğretim elemanları ve kurumsal yapıları da belediyelerin hizmet götürmeleri gereken yerler. O nedenle ben belediyelerin hem kendi hizmetlerini geliştirmek, hem de hizmet sundukları bir topluluk olduğu için üniversitelerle daha yakın bir iletişimde olmaları gerektiğini düşünüyorum. Bizim belediyelerimiz hazırlık ve proje oluşturma aşamasından, uygulama ve değerlendirme aşamasına kadar tüm süreçlerde bilimi kullanarak çalışmalarını yapıyorlar. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyemiz depremle ilgili, çevre kirliliğiyle ilgili, ulaşımla ilgili, göçle ilgili ve şu an aklıma gelmeyen diğer hizmetlerine dair bilimsel çalışmalardan ve bilim insanlarından istifade ediyor.

“ANKARA’DA YAŞAYANLAR CEZALANDIRILIYOR”

Kültür konusuna gelince, kentlerin kimliği tarihsel, kültürel, sanatsal varlıkları ve faaliyetleri ile belirleniyor. Bu anlamda yerel yönetimlerin üzerine çok sorumluluk düşüyor. Merkezi hükümetlerin eksik bıraktığı alanları doldurmak ve gerek kent kimliğinin, kültürünün ve bilincinin oluşması, geliştirilmesi ve pekiştirilmesi bağlamında; gerek yurttaşların kültür ve sanat ihtiyaçlarının karşılanmasında belediyecilik hizmetlerinin öncülük etmesi gerekiyor. Örneğin Sayın Mansur Yavaş’ın Cumhuriyet’in başkenti olarak Ankara’nın bu kimliğini pekiştirecek projelerini ve hizmetlerini çok değerli buluyorum. Hep söylüyorum, örneğin sanırım Avrupa’da metro ulaşımı olmayan tek başkent muhtemelen Ankara. Umarım önümüzdeki dönemde Mansur Başkanın bu yöndeki girişimleri yine engellenmez. Ankara’nın dünyaya açılan kapısı Esenboğa havalimanından yurt dışına doğrudan uçuş sayısı giderek azaltıldı, Türkiye’deki şehirlere uçuşlarda ise Türk Havayolları seçeneği İstanbul uçuşları dışında yok gibi. Bir anlamda Ankara’da yaşayanlar cezalandırılıyor. Ankara aynı zamanda bir üniversite şehri, ama 20 yıldır gençleri için kültür, sanat etkinlikleri yerine AVM kültürü oluşturuldu. ÖrneğinÇankaya’nın Cumhuriyet tarihimize tanıklık yapan bir değeri var. Bu yönünün ortaya çıkarılması için binaların, altyapının, ulaşımın bu çerçevede düzenlenmesi ve her yaştan halkın Cumhuriyet’in 2. Yüzyılında ilk yüzyılda yaşananlara dair bilincinin tazelenmesi kent kimliğiyle doğrudan alakalı bir yaklaşım olur.

“İZMİR’DEKİ KADIN ADAYLARIMIZ SADECE SAYISAL OLARAK DEĞİL NİTELİKLERİYLE DE GÖZ DOLDURACAK”

- 1112 seçim bölgesinde aday çıkarttınız. Bunlardan 1009'u erkek, 103'ü kadın. Sizce, kadın aday ve erkek aday sayısı arasında nasıl bir denge var? Kent idaresinde kadın ve erkeğin ne farklılıkları olabilir?

- Prof. Dr. Armağan Erdoğan:Tabii ki toplumsal cinsiyet eşitliği ve eşit temsil konusunda çok daha fazla yol almamız gerekiyor. Klişe olacak ama nüfusun yarısını görmezden gelen, süreçlere dahil etmeyen, temsil edilmesinin ve karar süreçlerinde olmasının önündeki engelleri kaldırmayan bir anlayış kabul edilemez. PM toplantılarımızda eşit temsil konusunda Genel başkanımızın çok samimi olduğunu görüyorum. Genel Başkanlığındaki en belirgin ve ilk icraatı olarak PM’nin gençleşmesi ve MYK üyelerinin eşit temsil olacak şekilde belirlenmesi oldu. Bu hem partimizin önümüzdeki süreçleri için hem diğer partiler için çok önemli bir örnek bence. Ama az önce de söyledim, yerel seçimleriçin aday belirleme sürecine çok az zaman kalmışken bir kurultay geçirdik. Yapılmak istenenle gerçekleşen arasındaki fark bundan kaynaklanıyor. Bir anda kadın aday bulmak mümkün olamıyor. Ama bundan sonraki seçimler için şu anda hem kadınları cesaretlendiren mekanizmalar ve süreç yaşandı; hem de adaylaşan kadınların bilinirliğinin artması, yönetim ve hizmetlerinin görülmesi ile halk tarafından da daha fazla tercih edileceklerini düşünüyorum. İzmir’in ilçelerinde aday gösterdiğimiz kadın başkan adayları sadece sayısal olarak değil liyakat ve nitelikleriyle de göz dolduracaklar. Ayrıca Belediye Meclis üyeliklerinde de Genel Başkanımızın eşit temsil ısrarı nedeniyle listelerde kadın ve genç adaylara yer verilmesini de görmemiz gerekiyor. Bu seçimler birçok açıdan yatırım olarak düşünülebilir. Bu tür toplumsal konularda orta ve uzun vadede sonuçlar ortaya çıkacak. Sonuç olarak, yeterli değil, ama çok iyi bir başlangıç. Bu kent idaresine nasıl yansır sorunuza gelince… Ben kadınların annelik duygusuyla yaklaşmaları ya da daha estetik kaygılarından bahsetmeyeceğim. Bence kadın ya da erkek öncelikle liyakate dayalı olarak seçilmeli. İşini profesyonel olarak doğru yapan bir kadın ya da erkek yönetici mutlaka liyakat sahibi bir ekip kurar, konunun uzmanlarına başvurur, katılımcı bir karar alma süreci oluşturur, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışına sahip olur. Zaten bizim halkçı belediyecilik olarak tanımladığımız kamu kaynaklarını fırsat eşitliği ekseninde halkın hizmetine sunmak da bu saydıklarımı destekliyor. O nedenle yöneticinin kadın olmasını fırsat eşitliği, eşit temsil bakımından ele alıyorum. Çünkü biyolojik olarak kadın olmak toplumsal olarak cinsiyet eşitliğine dayalı bir anlayışı beraberinde getirmiyor. Erkek yöneticilerin de kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı, engelli, dezavantajlı vb. her yurttaşa eşit hizmet sunması gerekiyor. En güzel örneği de İBB Başkanımız Ekrem İmamoğlu’nun kadın istihdamını artırması, çalışan kadınların hayatını kolaylaştırmak için kreşler açması, kız öğrencilere yönelik öğrenci yurtları açmasıdır. Yani sırf sayıları artırmak yerine hak temelli ve ilkelere dayalı bir yönetim anlayışı ve sistemi kurulmasını sağladığımızda zaten kadınların yönetim kademelerinde eşit temsil edilmesinin de önünü açmış oluruz diye düşünüyorum.

Muhabir: Haber Merkezi