Anadolu’da bazı okullar vardır; sadece ders verilmez oralarda.
Zaman birikir, sesler birikir, anılar duvarlara siner.
Abdurrahman Paşa Lisesi böyle bir okuldur.
Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’e uzanan çizgide, Anadolu’daki en eski ve en kıdemli liselerden biri olarak yalnızca öğrenci yetiştirmemiştir; bir zihniyet, bir terbiye, bir direnç dili üretmiştir.
Bu nedenle onun koridorları sıradan değildir.
Onlar, hikâye doğurur.
BİR OKULU “BİLMEK” BAŞKA, “SOLUŞU”NU BİLMEK BAŞKA
Ben Abdurrahman Paşa Lisesi’ni uzaktan tanımıyorum.
O okulun koridorlarını, sınıflarını, sahnesini aile içinden bilirim.
İlkokulu ve ortaokulu Kastamonu’da okuduğum yıllarda, benden beş yaş büyük olan ağabeyim Dr. Mehmet Tanju Topçu, Abdurrahman Paşa Lisesi öğrencisiydi.
Sonra o okuldan birincilikle mezun oldu.
Onu on yıl kadar önce kaybettim.
Ama Abdurrahman Paşa Lisesi’ni her düşündüğümde, yalnızca bir bina değil; onun sesi, adımları, heyecanı gelir aklıma.
Bu yüzden bu yazı benim için teorik bir metin değil; hatırlanan bir yerin yazısıdır.
SAHNE: OKULUN GİZLİ MERKEZİ
Abdurrahman Paşa Lisesi’ni farklı kılan şeylerden biri, güçlü tiyatro geleneğiydi.
O sahne, basit bir okul sahnesi değildi; disiplinli çalışılan, ciddiye alınan bir alandı.
Ağabeyimin rol aldığı –hatta başrolünü oynadığı– oyunlardan biri hâlâ zihnimde net:
Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” adlı eserinden uyarlanan tiyatro oyunu.
Bu, öyle rastgele seçilmiş bir metin değildi.
Toplumsal eleştirisi güçlü, bürokrasiyi, iktidarı ve “akıl–delilik” sınırını sorgulayan bir oyundu.
Bir lise öğrencisinin bu metni sahnede taşıyabilmesi, o okulun kültürel iddiasını açıkça gösterir.
Bu sahnede yalnızca replik söylenmezdi;
düşünme cesareti öğretilirdi.
Hababam Sınıfı’nın “oyun kuran”, düzenle dalga geçen ama aslında onu çok iyi okuyan öğrencileri, işte böyle sahnelerin çocuklarıdır.
HOCALAR: OKULUN GERÇEK BELLEĞİ
Bir okulun kalitesini binası değil, hocaları belirler.
Abdurrahman Paşa Lisesi’nde görev yapan öğretmenler arasında, Türk resim sanatının önemli isimlerinden ressam Sabri Akça da vardı.
Ağabeyimin hocasıydı.
Sabri Akça, yalnızca resim öğreten bir öğretmen değil;
sanatla, estetikle ve disiplinle ilişki kurmayı bilen bir eğitimciydi.
Bu tür isimlerin bir taşra lisesinde ders vermiş olması tesadüf değildir.
Bu okul, Anadolu’nun ortasında ama Anadolu’ya sıkışmamış bir zihniyet taşırdı.
RIFAT ILGAZ VE O KORİDORLAR
Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfını yazarken dayandığı şey, tek tek anılar değildir.
O, bir okul iklimini yazmıştır.
Disiplinin sert olduğu,
itaatin yüceltildiği,
ama öğrencinin de kendi aklını sessizce büyüttüğü bir iklim…
Hababam’daki çocuklar tembel değildir.
Onlar, sistemi okuyabilen çocuklardır.
Kopya çekerler, oyalama yaparlar, kuralları esnetirler.
Çünkü açık itirazın bedelini bilirler.
Bu, Kastamonu gibi şehirlerde öğrenilen bir akıldır.
Ben bunu kitaptan değil, yaşanmışlıktan biliyorum.
SON SÖZ
Hababam Sınıfı bir okul hikâyesi değildir.
O, Anadolu’da disiplinle büyüyen çocukların geliştirdiği sessiz zekânın edebiyatıdır.
Ve o zekânın doğduğu yerlerden biri,
hiç kuşkusuz
Abdurrahman Paşa Lisesi’nin koridorlarıdır.
Ben o koridorları bilirim.
O havayı soludum.
O sahnede söylenen repliklerin, sınıflarda bastırılan cümlelerin ne anlama geldiğini bilirim.
Bu yüzden Hababam’ı sadece okumuş değil, tanımış sayarım.