Bugün Zafer Anıtı'nı konuşacağız. Zafer Anıtı'nın üretim sürecini konuşacağız. Muhtemelen tam 100 yıl geriye gideceğiz. Bütün bu sürecin çok az bilinen ya da hiç bilmediğiniz ayrıntılarıyla bugün tanışacaksınız diye düşünüyorum. Cumhuriyet Gazetesi öncülüğünde yapıldığını iyi biliyoruz. Zafer Anıtı kitaplaştı, Cumhuriyet'in kütüphanesine katıldı diye düşünüyorum.
Çok heyecan verici bir süreçti bu. Bu sürecin yöneticilerinden Korkut Erkan Bey'i zaten benim izleyicilerim tanıyor. Kendisi Koleksiyoncular Derneği’mizin Onursal Başkanı ve benim tanıdığım haliyle de iyi bir vatansever.
Diğer konuğum Murat Bey, Murat Selam yine Koleksiyoncular Derneği Yönetim Kurulu üyesi. O da bir araştırmacı, fotoğraf sanatçısı. Bu kitabın oluşma sürecinde de çok büyük katkısı var.
Şimdi ben susacağım ve bütün bu kitabı size anlatmaya çalışacağız. Evet hocam, bir anlatın bize. Hatta şimdi başlayın ve siz bitirin.
Ankara'nın iki büyük önemli merkezi vardır. Bunlardan birisi Hakimiyet-i Milliyet Meydanı, yani Ulus Meydanı. Diğeri ise Kızılay'dır.
Yaşamımız içerisinde mutlaka defalarca, belki yüzlerce kere bu meydanlardan geçeriz. Ve bu meydanlardan geçerken bazen göz ucuyla Zafer Anıtı'nı görürüz. Ancak ona genellikle bakmayız.
Görmekle bakmak arasındaki farkı Nihat Özön çok güzel anlatmaktadır. Görmek sadece göz ucuyla görmek ve gelip geçmektir. Bakmak ise onun sırlarını çözmek, onu anlamaya çalışmaktır.
Zafer Anıtı nedir, niçin yapılmıştır? Büyük Türk Devrimi içerisindeki yeri nedir? Onu anlatmaya çalışacağız. Genellikle ana başlıkları ortaya koyacağız. Onun daha detayını ise ancak zamanımız nedeniyle kitabı elde ederek okuyabileceksiniz ve görebileceksiniz.
Zafer Anıtı emperyalizme karşı iki yüz yıldır mücadele eder. Büyük Türk Devrimi'nin boyun eğmeyen önderliğini, özgürlük ve bağımsızlık için mücadele eden halkımızın fedakarlığını, gözünü kırpmadan ölüme koşan evlatlarını, Milli Kurtuluş Savaşı'nın karargahı Ankara'yı ve ezilen, ayağa kalkan, bağımsızlığına düşkün ülkelerin bize uzattıkları ve büyük dostluk elinin veda yenişmesinin taşa devre tunca büründürü'ler tarihimizdeki en güzel anlatımıdır. Cumhuriyet Gazetesi'nin 100. Yıldönümü'ne kutlamaları kapsamında bu görev bize sunulduğu zaman büyük bir onurla, bunun derin sorumluluğuyla, dernek üyelerimizin ortak katılımıyla çalışmaları başlattık. Zafer Anıtık kitabı, dernek üyesi ve dostlarımızın katkılarıyla, 204 görsel ve belge ile hazırlandı. Büyük Türk Devrimi'ni tarih süreci içerisinde inceledik.
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1834 İngiliz Ticari Sözleşmesi'yle başlayan yarı sömürgeleşmesine karşı Namık Kemal öncünde ayağa kalkan genç Osmanlılar, Mithat Paşa, 1. Meşrutiyet, Hürriyet, Cumhuriyet Devrimi'ni kesintisiz bir bütün olarak ele aldık. Özellikle Meşrutiyet Devrimi, vatan savunması, Cumhuriyet Devrimi zincirinin büyük bağını saptayarak kaleme aldık. Bugün bu bağ, gerek geçmiş tarihin isimleri, gerekse günümüzdeki aydınlarımız tarafından bilgi eksikliği ya da bilinçli olarak ısrarla çarpıtılmaktadır.
Bu nedenle emperyalizme karşı verilen ilk bağımsızlık savaşını zaferine ulaştıran milletimizin devrim halkalarını koparan, gerçekleri inkar eden, unutturmaya hedef alan bu görüşleri mahkum etmeyi görebildik. Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Devleti'nin paylaşılması değildi. Savaş Türkiye açısından vatan savunması değildi.
Bu görüşler Mithat Soysal ve Murat Bardakçı tarafından ile getirilmektedir. Birinci Dünya Savaşı'na Türkiye'ye vatan savunması yapmadı. Emperyalistler arasındaki paylaşım savaşına alet oldu.
Mehmetçik, İttihatçılar siyasetine kurban edildi. Cenab Şehabettin, Gürsel Göncü ve Vatansız Sahtesol'un bütün örgütleri bu görüşü savunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı Türkiye açısından İttihatçılar pay kopma savaşıydı.
Ayşegül, Fikret Başkaya, Osmanlı Devleti savaşa girmeyebilir, tarafsız kalabilirdi. Ayşe Hür, Mümtaz Soysal, İlber Ortaylı, Cemil Bilsel, Tuncay Baykara, Erdoğan Aydın, Emin Çölaşan, Nilgün Cerrahoğlu, Ataol Behramoğlu, Aziz Üstel bunları söylemektedir. Mustafa Kemal tarafsız kalınabileceği görüşündeydi.
İlber Ortaylı, Cemil Bilsel, Almanya'yla ittifak yapmak hatalıydı. Prens Sabahattin, Ali Kemal, Abdullah Cevdet, Mustafa Kemal, Almanya'yla ittifak yanlış buluyordu. Sayın Emre Kongar.
Enver Paşa bu görüşler nihayetinde Kemalistlerin iktidarı yerinin Yunanlıların hâkimiyetinde kalsaydık görüşünü savunan Mısırlıoğlu'nun görüşlerine uzanan yolun taşlarına döşemektedir. Birinci Dünya Savaşı'nda itaat ve terakki meşrutiyet programıyla sultanı ve bütün Osmanlı topraklarını korumayı esas alan meşrutiyetçi bir program ile yürüttü. Mustafa Kemal Paşa ise Türklerin ve asli unsurların birlikte yaşadığı topraklar üzerinde bir milli devlet kurmayı hedef alan cumhuriyet programını savunuyordu.
Osmanlı İmparatorluğu üç kıtayı birleştirmişti ama 19. yüzyıldan çok önce zayıf düşmüş, bu yüzyıl içerisinde de dağılmıştı. Tanrı'nın kırbacı Avrupa'nın aslı adamına dönüşmüştü.
1914-1918 Dünya Savaşı bu duruma son verdi ve onun küllerinden kendine güvenen güçlü ilerici yeni Türkiye yeni birçok devlet doğdu. Atatürk tam tersine beş ayrı yerde Dünya Savaşı'nın temel amacının Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılması temelinde çıktığını, tarafsız kalınamayacağını, askeri ve siyasi olgular nedeniyle itilaf devletleri safında katılman mümkün olmadığını, Almanların zaferinin kesin olmamasına rağmen cephede görev istediğini görüyoruz ve okuyoruz. Yenilginin kayıpları büyüktü ancak vatan savunmasının sonunda zaferin kazanımlarını da içerisinde barındırıyordu.
Birinci Dünya Savaşı sonunda yenildik ancak düşman eksilttik. Devrinci bir müddet kazandık. Milli iktisadın inşasında önemli adımlar attık.
Mustafa Kemal'in Cumhuriyet Programı'nın uygulanacağı sınırlara çekildik. Savaşta devrimcileştik. Meşrutiyetin yetersizliğini gördük.
Kanunlu bir giriş olduğu bir ideolojik en azından çerçeve çizdiniz bize. Savaş öncesine dair açıkçası bu yeni kuşak gençler açısından da bir ders niteliğinde onu söyleyeyim. Her cümlesinin, her tümcesinin kıymetlendirilmesi gereken bir meseleydi.
Ben biraz daha şöyle bir şey katmak istiyorum. Böyle ideolojik bir çerçevede Osmanlı ve onun sonu sonra bir işte bizim kurtuluş sürecimiz başlıyor. Sonra da kuruluşla taçlandırılıyor ve başkent Ankara'nın da kalbine.
Üzerinde şimdi konuşmaya başlayacağımız bir anıt dikiliyor. Herhalde gençler de merak edeceklerdir. Bu nasıl bir sahipliği ortaya kondu? Bunu kim talep etti? Kim örgütledi? Kim yaptı? Ve de 1924'lerden bahsediyoruz.
1925, 1926, 1927'den bahsediyoruz. Bu süreç en derin yoksulluğun yaşandığı bir dönemde böyle bir anıtsal yapıyı ortaya koymak, bunun bedelini ödemek. O tarihte dünyaca ünlü, çok ünlü bir şeyden bahsedeceğiz.
Henrich Crippel'den bahsedeceğiz anlaşılan. Bu yönüyle de yani daha çok heykele odaklı bir değerlendirmeyi de Murat Bey'den dinleyelim. Atatürk tabi bu anıtı yapan aslında onun da bir tasarımcısı.
Onun olmadığını düşündük, hata olur. Tabi Atatürk için bu İngiliz Dünya Savaşı'ndan çıktıktan sonra birkaç kurtuluş çağrıcısı olarak öne sürdüğü fikirler var. Üç nevi karar diyoruz biz buna.
Bu emperyalizmin ser programına karşı kurtuluş çağrıcıları olarak ona dayatılan şeyler de var. Bunlardan birincisi İngiltere'nin himayesini talep etmek ya da Amerikan mandasını talep etmek. Belki senin de ciddi alıcısı var.
Hem de parlamentonun neredeyse tamamına yatık. Bunlar da daha çok Osmanlı Devleti'nin bir bütün halinde korunmasını isteyen bir kanal. Osmanlı memleketlerini muhtelif devletler arasından taksiminden ise bütün halinde bir devletin himayesi altında bulundurmayı tercih edenler bunlar.
Ama üçüncü karar mahalle kurtuluş çağrılarına yöneliktir. Bir de böyle bir karar var. Fakat Atatürk benim kararım şu devleti unuttuklarını belirtiyor.
Hakikat için de bulunduğumuz tarihte Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı.
Son mesele bunun da taksimini, teminini uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet bunların hepsi anlamı kalmamış bir takım manası sözlerden ibaretti. O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi? Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı.
O da milli hakimiyete dayalı, kayıtsız, şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti'nin tesisi. Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar da bu karar olmuştur diyor. Ve Mustafa Kemal Devrimci programını şu şekilde açıklıyor.
Yani bu heykel aslında bütün bu ana kavramları da içinde bulunduğu için biz bunları kitabımızda yer verdik. Esas Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir.
Hakikaten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzeti nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır.
Ve dolayısıyla şu meşhur sözü de söylüyor. Ya istiklal ya ruh. Ve burada görüyoruz ki Esas Türk'ün hani konuda önemli şu tespiti var.
Verdiğimiz kararların tatbikatını temin için henüz milletin alışmadığı meselelere temas etmek lazım geliyordu. Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lazım geliyordu diyor. Aslında şöyle bir ufuk açıcı bir yanı var bu yaklaşımımızın.
Yeni kuşak demin Korkut hocamın da söylediği gibi heykele bakıyor daha doğrusu görüyor. Ama bakmaya başladığı zaman aslında o anısal yapının neşveret bulduğu, temellendiği bütün süreci de görüyor olması gerek. Evet bakmak da görmek değil.
Mesela bu çalışmada elbette ben de yayın öncesinde bana da verdiniz ve okudum. Çok merak ederim heykeltıraşların kendilerinin eserleriyle ilgili değerlendirmelerine. Sonuçta bir yarışma meselesidir.
Doğru. Seçilir hatta Krippel'in çok ilginç bir değerlendirmesi var. Bence günümüz kuşak bütün yarışma jürilerine de şey olsun isterim.
Adamcağız şeyi sorguluyor ve yargılıyor. Yarışma doğru bir şey değildir kardeşim diyor. Çok önemli.
Yani hele heykeltıraşa dair, heykele dair bir yarışma düzenlenmesi doğru değildir. İşi basitleştirirsiniz. Sonuçta hem de ucuzlatırsınız sonunda istemediğiniz bir ürüne de ulaşırsınız.
Yarışmada birinci seçtiğiniz için diyor ve bu anıta dair olağanüstü bir değerlendirme yapıyor. Ben heykel meraklısı, sanatla iç içe bir sürü dostumuzun, arkadaşımızın özel olarak bu kitabı edindikten sonra bu bölüme çok dikkatle bakmalarını salkın veriyorum hocam. Yani inanılmaz şeyler söylüyor Gripel bu anıtla ilgili.
Cumhuriyet Gazetesi'nin yayınlanan bir yazısı var bu konuyla ilgili. Hem de uzun bir değerlendirme yapıyor. Heykele dair adı başlığı altında aslında oldukça da uzun bir mülakatını da... Hatta onu şey düzenlemiş sanıyorum bizim de ortak dostumuz Işık Kansu Türkçe'ye mi çevirmiş? Türkçe'ye çevirmiş.
Çünkü dil çok ağırdı. Kendisi sağ olsun bu konuda bize yardımcı oldu. Işık benim yaklaşık 40 küsur yıllık arkadaşımdır.
Şimdi bu heykel konusunda bazı bölümleri atlayarak gidecek olursak onu okullara bırakıyoruz. Bir önemli isim görüyoruz Yunus Nadi Bey. Yunus Nadi Bey'in özelliği meşrutiyet devriminden, Cumhuriyet devrimine adanan bir hayat olarak görüyoruz ama.
Bunun bir örneği de Ankara'da yaşayan ve bir semtte ismi verilen ve heykelini diktiğimiz, derneğimiz tarafından heykeli dikilen Tunalı Hilmi’dir. Yunus Nadi Bey esas olarak 1901 yılında Abdülhamit istibdadına karşı başkaldırıyor ve mücadele için tutuklanıyor, Midilli'ye sürülüyor. Ve 1908 devrimiyle İstanbul'a dönüyor.
Orada kendisindeki büyük cevher görülerek Selanik’e gönderiliyor ve orada İtaat ve Terakki'nin gazetesinin başına geçiliyor. Kısa süre içerisinde yükseliyor ve özellikle İstanbul'a döndükten sonra yazdığı Edirne temasıyla yazdığı yazılarla gerek devleti gerek Efkar-ı Umumiyeyi yani kamuoyunu ve halkı aydınlatıyor ve Edirne'nin mutlaka alınması gerektiğini orada esaret altında bulunan Edirne Türklerine dile getiriyor. Ve nitekim 1913 yılında İtaat-ı Terakki uzlaşma yanlısı olan hükümeti devirerek Edirne'ye yaptığı seferle Edirne'yi zafere ulaştırıyor.
Yunus Nadi ve Birinci Dünya Savaşı'nda sürekli olarak vatan savunmasını savunuyor. Moralleri yüksek tutuyor. Yenilginin kesin olduğu dönemde ise iki ay önce mücadele etmek için uzlaşma yanlısı olan gazetesinden ayrılarak Yeni Gün gazetesini kuruyor.
Ve bu onun mücadeleci ve teslim olmayan ruhunu göstermektedir. Bu süreç de zaten orada başlıyor hocam. Orada başlıyor.
Ayrıca burada bir nokta daha var. Atatürk İtaat ve Terakki içerisinde Cumhuriyet programını savunan ve bunun için yalnız kalan bir avuç arkadaşıyla mücadele eden bir kişi o zaman. Çünkü Cumhuriyet'in oluşma daha mevcut değil.
Mevzide bekliyor Mustafa Kemal ve arkadaşları. Bu dönemde o Mustafa Kemal'i Trablus Selanik'te tanıyor on yılında. Ve bütün subaylar bir yemek toplantısında Padişah'ımız sağ olsun derken ordunuz sağ olsun diye bağırıyor.
Ve ordunun siyasetten uzaklaşmasını savunuyor. Aynı konuda Yunus Nadi bir gün sonra yazı yazıyor. Daha sonra Trablus Kalp Savaşı döneminde Atatürk'ün fotoğraflarını yayınlatıyor.
Şehbal gazetesinde toplam 8 fotoğrafını yayınlatıyor. Gene Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk'ün fotoğraflarını şey yapıyor. İtaat-Terakki o dönemde Atatürk'ün parlamasını arzu etmediği halde onu kamuoyuna İstanbul'u kurtaran komutan olarak Yunus Nadi Bey tanıtıyor.
Ve bunun yanı sıra Yunus Nadi Bey Sofya'da Atatürk'ün yazdığı mektuplardaki çelik gibi kalem, çelik gibi irade, ışık saçıyordu sözleriyle bilmiştir Atatürk'e. Ve artık Mondros mütarekesi günlerinde o karanlık günlerde yaklaştığı bir dönemde Mustafa Kemal'in tercüme-i halini yani bütün memuriyet askerlik sürecinde yaptığı başarıları anlatan sicilini açıklıyor. Onu Türkiye'nin kurtuluşu için doğan bir güneş olarak Türkiye'ye lanse ediyor ve tanıtıyor.
Bunlar çok önemli şeyler. İstanbul'a gelişini 7. Ordudan ayrılıp geldiği zaman onun gelişini müjdeliyor. Ve yine çok önemli bir şey bir sosyalist olan Tanin Gazetesi'nin baş yazarı Muhittin Birgen'le Beyoğlu'nda o zaman Fansa'nın evinde oturan, onun tavsiye ettiği evde oturan Mustafa Kemal'i ziyaret ediyor.
Onun programını, mücadele hakkındaki görüşlerini sohbet ediyorlar bir saat kadar ve büyük bir memnuniyet ve mutlulukla orada ayrılıyorlar. Yani Mustafa Kemal'le ve onun Cumhuriyet programıyla Yunus Nadi'nin kafasındaki şey hakikaten birleşmiş ve inanmış bir şekilde oradan ayrılıyor. Ve nitekim önderlik içerisindeki bütün çatışmalar sonucunda Atatürk ikna edemediği için İstanbul'da açılan meclis mevzusu kapatılıyor ve meşrutiyet fikirleri boğazın sularına gömülüyor.
Ve o dönemde Yunus Nadi Bey, Abbas yolcu hepimiz Ankara'ya diyerek harekete geçiyor. Bütün milletvekilleri Ankara'ya davet ediyor. Ve Ankara'ya geldiği zaman Yeni Gün gazetesini gizlice Ankara'ya getiriyor.
Yaklaşık dört ay sonra Ankara'da düşman yıkılmalıdır ve yıkılacaktır diye gazetesinin ilk sayısını basıyor. Ve yıllar sonra Sakarya Savaşı kazanıldığı zaman da bütün Ankara binlerle gazetenin önüne gidiyor acı bayramda gazete. Düşman yıkıldı, düşman yıkıldı, düşman yıkıldı diye bütün Ankara'yı inletiyorlar.
Ve Yunus Nadi Bey mücadele içerisinde yerini alıyor. Mesela çok küçük bir ayrıntı vereyim. Cumhuriyet'in ilanını meclis anayasa grubunda onaylatan, kabul ettiren ve onu okuyan mecliste kişi yine Yunus Nadi Bey'dir.
Daha sonra Atatürk ülke içerisinde gelişmeleri göre alıyor ve Cumhuriyet Halk Fırkasıiçerisinde bölünmenin ne olacağını görüyor. Ve ordu içerisinde ya komutayı seçeceksiniz ya sivil hayata döneceksiniz, siyasete döneceksiniz kararını çıkarmak için hazırlanırken İstanbul'un kilit bir önemde olduğunu biliyor Atatürk. Ve oradaki bir mütareke artığı teslimiyetçi İstanbul basınına karşı yeni bir ışık yakmak istiyor.
Orada Asım Bey'in vakit gazetesi önemli bir kale. Ama bunun yanında Yunus Nadi Bey de Cumhuriyet adını Atatürk koyuyor ve onu diyor ki sen Cumhuriyet Lisesi olacaksın. İstanbul'da diyor güneş gibi doğacaksın.
Ve Yunus Nadi Bey İstanbul'a gidiyor ve Cumhuriyet gazetesini çıkartıyor. Ve ilk sayısında da zaten gazetenin Atatürk'le röportajı yer alıyor. Bunun çok önemli kısımlarını koyduk.
Orada Ankara hakkındaki görüşleri vardır. İki çizgi arasındaki mücadele konusunda görüşleri vardır. Ve yine başından beri bu savaşı kazanacaklarına dair olan inancını anlatır.
Bunu niye anlattık? Çünkü daha Ankara'dayken Yunus Nadi Bey bir öneride bulunur. Der ki niye geldik? Ancak bu arada onu Murat arkadaşımız müsaade edersek okusun. Çok önemli bir demek veriyor Atatürk.
Aslında Yunus Nadi Bey 1922'nin Aralık ayında Anadolu'da yeni bir gazetesinde Ankara'da milli mücadeleyi günümüz ve gelecek kuşaklara aktaran bir anıt dikilmesi fikrini ortaya koyuyor. Bu konuda bir yazısı var. Bu bildirdiğimiz ilk anıt değil mi hocam? İlk anıt Sarayburnu'ndaki anıt.
Sarayburnu'nda. Atatürk'ün sivil kıyafetli olan ve Atatürk'ün en beğendiğim heykeli dediği heykel aslında. Değil mi? Kişisel olarak bana en çok benzediğini düşündüğüm heykel Sarayburnu'ndaki heykel.
Sivil kıyafetli. Buradaki heykel içinde de... İltifatı var. Ama Krippel'in 6 heykeli var Anadolu'da.
Bunların arasında kendisine en çok benzediğini düşündüğü heykel Sarayburnu'ndaki. Onu da sizinle öğrendik. Teşekkür ediyoruz.