Köşeye sıkışmış bir ordu… Kuruşsuz bir hükümet… Cebindeki son şekeri bile hesap eden bir adam… Ve şehrin esnafından gelen bin lira. Cumhuriyet daha kurulmamış, ama vicdan çoktan kararını vermişti.
Mazhar Müfit Kansu’nun anılarında geçen bir kesittir bu. Defalarca okuduğum, her seferinde boğazımda aynı düğümü hissettiğim… Bir sabah Ankara'da, soğuk bir odada, vatanını kurtarmaya çalışan ama cebinde şekeri olmayan bir heyetin öyküsü.
Yıl 1920. Ankara’da geceler hem uzun, hem de parasız geçiyordur. Yeni bir devletin temelleri atılmaya çalışılırken, ortada ne bir banka desteği ne de gelir vardır. Mustafa Kemal Paşa, borç para almaya karşıdır. Onurla direnir. Mazhar Müfit’in kürkü satılır, kalan son eşya da odur zaten. Ekmekçiye bile borç yazdırılamaz olmuştur artık.
Ve sonra…
Bir sabah, kapı çalınır.
Gelen, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’dir. Yanında bir torba… İçinde tam bin lira. “Sizin biraz sıkıntılı olduğunuzu öğrendik,” der sadece. Mütevazıdır, vefalıdır. Bu, yalnızca bir para yardımı değildir. Bu, Ankara'nın, esnafın, halkın kalbinden gelen bir ilk bütçedir. Devletin cebine konan ilk meşru destektir.
Bin lira… Belki bugün için küçük bir rakam ama o gün için, bir devletin can simidi.
Kürkün satıldığı, şekerin saklandığı, ama gururun asla bozulmadığı o günler…
İşte Ankara'nın ve Cumhuriyet’in ruhu budur.
Ve bu ruhu anlayanlar, Ankara’nın taşını toprağını daha başka seyreder.
Mazhar Müfit, yatağından kalkar. Şekeri çıkarır, kahveyi pişirtir.
Rıfat Börekçi tebessüm eder. Bin lira kasaya girer.
Ve devlet, işte o gün, ilk nefesini alır.