Gizlenenin Peşinde- İpsiz Recep: Emir Almadan Vatan Savunan Adam

Abone Ol

Her devrin bir yasası vardır, bir de asi ruhları.
Kimi insanlar öyle zamanlarda doğar ki, onların hikâyesini ne resmi tarih yazmak ister ne de tamamen yok sayabilir.
İşte İpsiz Recep onlardan biridir.

Recep Uzunoluk’tur gerçek adı. Rizeli’dir. Ve benim hemşerimdir.
Ama o ne bir valiyle anılır, ne de bir paşayla. O, en çok halkın belleğinde “kendi bildiğini okuyan” biri olarak kalır.
Adı üstünde: İpsiz.
Yani neye, kime bağlı olduğu bilinmeyen. Bir emir almadan, bir rütbe taşımadan, bir madalya beklemeden savaşan.

Çeteci mi, Kuvvacı mı?

İstanbul işgal altındayken, Karadeniz kıyılarında Pontus çeteleri silahlanmış, köyleri yakıyor, insanları tehdit ediyordu. Devletin ise bırak silahı, sesi bile çıkmıyordu.
İşte tam o esnada sahneye çıktı İpsiz Recep.
Kendi imkânlarıyla, gemilerle silah kaçırdı. Bazen Yunan gemilerini pusuya düşürdü, bazen İngiliz devriyelerinin elinden mühimmat aldı.
Bir keresinde İngiliz karakoluna baskın yaptıktan sonra, köylüye dağıttığı silahlarla “bunun vergisi yok, bu devletin suskunluğuna karşı halkın cevabıdır” dediği anlatılır.

Emir Tanımazlık mı?

İzmit hattında mücadele eden çetesine, Ankara’dan “düzenli orduya katılın” emri gelince köpürdü.
“Ben bu vatanı müdafaa ederken size mi sordum, şimdi siz bana mı şekil koyuyorsunuz?” dediği rivayet edilir.
Hatta tutuklanmak üzereyken, Mustafa Kemal’in özel olarak araya girdiği ve "Onu kırarsak milleti kırarız" dediği de söylenir.

Mustafa Kemal’in ona yazdığı mektupta şöyle bir cümle geçer:

“Recep Bey, sizin vatanperverliğiniz bizce malumdur. Bu uğurda gösterdiğiniz fedakârlık inkâr edilemez. Ancak vatan müdafaası artık birlikte hareket etmeyi icap ettirir…”

Yani Paşa bile onun kalbini incitmeden ikna etmeye çalışmıştı. Çünkü İpsiz Recep, emirle savaşmadığını, sadece vicdanla hareket ettiğini açıkça söylüyordu.

Bir Gece: İki Yalınayak ve Bir Kız Çocuğu

En dramatik hikâyelerden biri de İzmit'in güneyinde, dağ köylerinden birinde yaşanır.
Yunan destekli bir çete, köyü basar. İnsanlar kaçar, bir kısmı yakılır. Recep ve adamları gecenin bir vakti baskına giderken, ormanda karşılarına iki yalınayak çocuk çıkar. Ellerinde bir bebek.
Annesi ölmüştür, baba kayıptır.
Recep, çocuğu kucağına alır, "Senin adın artık Emine. Bu dağlar seni korur," der.
Ve o çocuğu bir teyzeye teslim ettikten sonra o gece köyü geri alır.

İpsiz Recep’in hayatındaki kadınlar, çocuklar, köylüler… Hepsi onun gölgesinde korunmuş, ama onun hikâyesi hep gölgede kalmıştır.

Cumhuriyet Geldiğinde

Savaş biter. Zafer gelir.
Ama Recep’in siperleri yoktur artık.
Cumhuriyetle birlikte düzen kurulur, teşkilatlar kurulur, rozetler takılır.
İpsiz Recep ise sessizce İstanbul’a çekilir.
Ne madalya ister, ne unvan.
Hayatının son günlerinde kendisini tanımayan genç bir subayın “siz kim oluyorsunuz?” sorusuna,
“Vaktiyle devletin unuttuğu yerleri hatırlatan bir halktım,” dediği anlatılır.

İpsiz Recep’i anlatmak, sadece bir adamı değil, bir ruhu anlatmaktır.
O, eline geçen tüfeği devlet adına değil, halkın adına omuzlayanlardan.
Gövdesiyle cephe, sözüyle kalkan olanlardan.
Ve tarihin resmi fotoğrafına sığmayan adamlardan biri.

Bugün onun adıyla anılan çok az yer var. Belki bir sokak, bir okul…
Ama halkın hatırasında, o hâlâ “ipsiz” değil, “sahipsizlerin sahibi” olarak yaşıyor.