Bahsettiğim köy, öyle sıradan bir yer değil. Adı "Numune Köy". Atatürk’ün bizzat talimatıyla 1925’te temeli atılmış, 1927’de yükselmeye başlamış bir Cumhuriyet ütopyası. Amaç? Sadece ev yapmak değil. Köylüye bir yaşam tarzı sunmak. Planlı yerleşim, sağlıklı yaşam, çağdaş eğitim, modern tarım… Kısacası, Anadolu’nun köylerinde yüzyıllardır süregelen yoksulluğa ve cehalete karşı örnek bir başkaldırı.
Her evin bahçesi var, ahırı var, yanında minik bir tarlası… Ortada bir okul, yanında sağlık evi, biraz ötede kooperatif binası. Hatta sinema salonu bile düşünülmüş. Bir köyden fazlası; bir fikir bu. Cumhuriyetin “yeni insanını” bu taş evlerin içinde, tarlaların başında, kara tahtaların önünde yetiştirmek istiyorlar. Ziraat Mektebi mezunları köye yerleştirilmiş. Kadınlar okuryazarlık kurslarına, çocuklar ise modern eğitime alınmış.
Biliyor musunuz, Atatürk bu köye birkaç kez gelmiş. Köylülerle konuşmuş. Bir gün, köy meydanında çocuklara dönüp şöyle demiş: “Bir gün bu memleketin hakiki efendileri siz olacaksınız.” Yalnızca bir övgü değil bu; bir yükümlülük, bir umut.
Ama ne oldu? Şehir büyüdü. Etimesgut, Ankara’nın hızla betonlaşan uydu merkezlerinden biri hâline geldi. O taş evlerin pek çoğu yıkıldı, yerine apartmanlar dikildi. Planlı, eşitlikçi, üretken o küçük dünya da yavaş yavaş silindi. Geriye, arşivlerde sararmış birkaç belge, bir iki duvar kalıntısı, ve bir de bizim gibi tutkulu araştırmacıların belleğinde yaşattığı hatıralar kaldı.
Ben bu satırları yazarken aslında yalnızca geçmişi anlatmıyorum. Bir hayali yeniden hatırlatıyorum. Cumhuriyet, yalnızca saraylara değil, köylere de uygarlığı taşımayı göze alanların rejimidir. Etimesgut Numune Köyü, bize hâlâ şu soruyu soruyor: Biz o hayali yeterince sahiplenebildik mi?
Ben soruyorum, çünkü hâlâ umudum var. Ankara’nın geçmişinde gizlenmiş bu vizyonları gün yüzüne çıkarmaya devam ettikçe, geleceğe daha sağlam bir temel bırakabileceğimize inanıyorum. Etimesgut’ta toprağa düşen o tohumu yeniden filizlendirmek bizim elimizde.