Okurlarımın karşısına hep siyasi yazılarla çıkacak değilim ama, birkaç gün sonra devletimizin kaderini belirleyeceğimiz yeni ve çok kritik bir seçim var, yazmadan olur mu?
Yıl 1985’ler civarı, Adana’da gazetecilik yapıyorum, çiçeği burnunda Türkiye’nin yeni başbakanı, tonton, sevimli siyasetçisi Turgut Özal, Adana’da görkemli bir miting gerçekleştiriyor. Öyle seçim mitingi filan değil, Adanalıyla tanışma, seçim zaferinden dolayı teşekkür mitingi… Biz gazeteciler, ellerimizde fotoğraf makinelerimiz ile Özal’ın yakınında koşuşturuyoruz, resimlerini çekebilmek için yarışıyoruz. Miting bitti, Özal, yanında bakanları, milletvekilleri ile yoğun kalabalık arasında kendisini iktidara taşıyan lideri olduğu Anavatan Partisi (ANAP)’ın il başkanlığını ziyaret ediyor. İl başkanlığı, büyük bir iş merkezinin birinci katında. Kalabalık arasında tam merdivene adım atacakken arkamdan birisi, kolumdan tutup çekiyor, dönüp bakıyorum, Adana Valisi Erdoğan Şahinoğlu. Kenara çekiliyoruz, kulağıma fısıldıyor, “Ben devletin valisiyim, siyasi parti binasına çıkmam doğru olmaz,” diyor, bitişikteki kahvehaneyi göstererek, “Şurada oturup birer çay içelim, bekleyelim” diyor, aynen de öyle yapıyoruz.
Erdoğan Şahinoğlu, daha sonra Ankara Valiliğine atandı, ben de aynı yıllarda gazeteci olarak Ankara’ya gelmiştim, birkaç kez görüşmemiz oldu. Sonra Bursa Valiliği görevine atandı, bir süre sonra da orada kalp rahatsızlığı sonucu vefat etti, nurlar içinde yatsın değerli devlet adamı…
Özal döneminde benzer bir olay da Malatya’da yaşanmış, günlerce, hatta yıllarca siyaset dünyasında konuşulup tartışılmıştı.
Özal, yine o ilk yıllarında kendi memleketi olan Malatya’daki bir mitingde otobüs üzerinde konuşma yapıyor. Çok kalabalık, otobüsün üzeri bakanlar, milletvekilleri, bürokrasi ordusu ile çevrili, Özal aşağıdan görülemiyor, gazeteciler resim çekemiyor, aşağıdan koro halinde “Çök, çök, çök!..” sesleri yükseliyor, bir kişi hariç herkes çöküyor, Özal, yanında ayakta duran Malatya Valisi Naim Cömertoğlu’na dönüyor, “Vali bey sen de çök” diyor, Vali Cömertoğlu, “Sayın Başbakanım, ben devletin valisiyim, vali çökerse devlet çökmüş olur” diyerek izin istiyor ve otobüsten aşağıya iniyor.
Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi ile ilk seçim dönemini yaşarken görüyoruz ki, Devlet, tek partinin ve o parti lideri olan Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasına, sıkışıp kalmış. Siyasetin seçime gidip gitmemesine tek başına o karar veriyor, seçim sürecinde Devletin tüm güçlerini, maddi ve manevi imkanlarını tek başına partisi adına o kullanıyor, ‘Adalet’ denilen sistem, ortadan kaldırılmış gibi.
Bugün gerçekleştirmeye çabaladığımız seçimlerde de bundan sonra sistem devam edecek olursa sonraki seçimlerde de hangi parti veya ittifak seçimi kazanırsa kazansın, kim Cumhurbaşkanı olursa olsun, adil seçimler yapılamayacak, ‘Adalet’i bir daha göremeyeceğiz.
“Adalet nedir?” diye araştırdım.
O kadar bilgiler var ki, derleyip toparlayıp özetlemeye çalıştım. Bana göre ‘Adalet’, insanın huzurudur, güvenidir, mutluluğudur, toplumu oluşturan bireylerin kardeşçe, barış ve dayanışma içerisinde yaşamasını sağlayan erktir, güçtür, sığınaktır.
Tarih boyunca tüm dinler, mezhepler, inançlar, kültürler, gelenek ve görenekler, ‘Adalet’i tesis ederek, toplumların eşit hak ve hukuk içerisinde, barış, huzur ve güven ortamında kardeşçe yaşamasını sağlamayı hedeflediklerini öne sürmüşlerdir.
Bunlardan bazıları gerçekten adaleti tesis ederek toplumları peşlerinden sürüklemişler, insanlık tarihinde iz bırakmışlardır, bazıları da kişisel egoları, bedavadan saltanat kurma heves ve ihtirasları uğruna peşlerine takılan kitleleri, toplumları felaketlere sürüklemişlerdir. Yakın tarihimizdeki Hitler, Mussolini gibi diktatörler, bunun en güzel örnekleridir.
Ne diyelim, Allah devletimizi adaletten uzaklaştırmasın.