Deprem Bölgesinden Notlar

“Emmim, Yolculuk Nereye?”

Zafer’e yeniden yazmaya başladıktan kısa bir süre sonra, babam yayladaki evinin bahçesinde meyve ağaçlarıyla uğraşırken merdivenden düşerek yaralanmış, zaman kaybetmeden Osmaniye’nin yolunu tuttuk, dördüncü gün de babamızı kaybettik. Arayan, soran, mesajlar yayınlayan, iyi dilek ve temennilerini ileten tüm dostlarıma ve okurlarıma teşekkür ediyorum.

Yirmi gün kadar Osmaniye, Adana ve İskenderun civarındaydık, bu sürede Zafer’e de yazı yazamadık.

Bu süreçte cenazemiz dolayısıyla uzun zamandır görmediğimiz, çoğunu neredeyse unutmaya başladığımız bir çok akraba, eş dost ve yakınlarımızla buluşmanın, acımızı paylaşmanın duygusallığını yaşadık, ayrıca geçtiğimiz 6 şubat depreminde on binlerce insanımızın can verdiği köy, kasaba ve kentlerde halkımızın yaşam koşullarını ve yeniden yaşama tutunma çabalarını yakından gözlemleyip, tanıklık ettik.

İleriki yazılarımda deprem bölgesinden edindiğim notlarımı kaleme alacağım, ancak, bu yazıma son gün yani Ankara’ya dönerken edindiğim notlarımla başlamak istiyorum.

Akdeniz bölgesinin verimli topraklarından ayrılıp Toros Dağları’na tırmanırken, son yirmi gün yaşadıklarım, aklımda dönüp duruyordu, ancak, Toroslar’ı aşıp Ulukışla’dan Aksaray’a kadar uzayan yolda ilerlerken, kendimi farklı bir dünyada hissettim.

Arabama yakıt almak için uzun süre bir çok benzinliğe girip çıktıktan sonra Aksaray’a yakın bir benzinlikte nefes alabildim. Yol güzergahında onlarca benzin istasyonu ya kapanmış, ya pompalarında yakıt kalmamış… Bazıları da yeni inşa edilmiş, hizmete açılamadan giriş çıkışlarını kapayıp, sanki piyasaların yeniden canlanmasını beklemeye koyulmuşlar.

Bu acı görüntünün bir nedeni ekonomik kriz, sanıyorum bir diğer nedeni de Ankara-Niğde otoyolunun hizmete girmiş olmasıdır.

Girdiğim benzinlikte daha on sekizinde bir genç tek başına hizmet veriyor, yakıtımı alıyorum, kartımdan ödemeyi yaparken gence soruyorum, “Tek başına mı çalışıyorsun?”

“İşler çok durdu abi, önce elemanları çıkardık, babamla devam ediyorduk, son günlerde babam da iş yok diye gelmiyor artık, tek başıma idare ediyorum.”

“Ulukışla’dan buraya kadar yakıt ihtiyacımızı karşılayacak bir benzinlik bulamadık, bir kısmı kapanmış, bir kısmında aradığım yakıt yok…”

“Öyle abi, biz de ne kadar dayanırız, bilemiyorum.”

“Halbuki ben Aksaray civarında hayatın normalin de üzerinde bir refah düzeyine sahip olduğunu sanıyordum, seçimlerde mevcut iktidara yüzde 70’in üzerinde oy çıktı buradan!..”

“Yok abi, halk perişan halde ama, seçimlerde hep mevcuttan yana oy kullanıyor, bir arayışa girmiyor, yenileme düşünmüyor, ya da bilmiyor…”

Bu sırada çok eski bir Renault araba gelip duruyor kapının önüne, kaportasında paslanmalar, çamurluklarında çürümeler görülüyor. Sürücüsü iri yapılı, saçı sakalı birbirine karışmış ellili yaşlarda bir adam, benim arabayı gözden geçirerek yanımıza geliyor, selam veriyor, “Aleykümselam” diyoruz.

“Emmim, yolculuk nereye?” diye soruyor bana.

“Ankara’ya” yanıtını veriyorum.

“Ankara’da ne iş yapıyon?”

“Emekliyim.”

“Ooohh!.. Desene maaşımı alıp, yiyip içip yan gelip yatıyom…”

“Öyle oluyor” diyorum, adamın ne demek istediğini anlamaya çalışıyorum, sonra da şöyle devam ediyorum:

“Allah yokluğunuzu göstermesin, sizlerin sayesinde bu düzen böyle gelmiş, böyle gidiyor, emekliye ayrılanlar, benim gibi yiyip içip yan gelip yatıyorlar…”

Adam susuyor…