2025 yılı itibariyle Türkiye'nin tarımsal üretim başlıkları arasında en çok dikkat çeken krizlerden biri sessiz sedasız kırsalda büyüyor: Çoban bulunamıyor. Küçükbaş hayvancılıkta yaşanan bu emek eksikliği, sadece üreticiyi değil, gıda güvenliğinden ekonomik döngüye kadar birçok yapıyı doğrudan etkiliyor. Ancak bu kriz bir anda ortaya çıkmadı. Geçmişte, Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu mesleğin devlet eliyle ciddiyetle ele alındığını hatırlamak gerekiyor. Zira Ankara’da 1929’da kurulan “Çoban Mektebi”, bugün yaşadığımız sorunun hiç de yeni olmadığını gösteriyor.
Kırsalın Kalkınması İçin Kurulan Bir Mektep: 1929 Ankara Çoban Mektebi
Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni devletin önceliklerinden biri kırsalın kalkındırılmasıydı. Bu yalnızca bir ekonomik gereklilik değil, aynı zamanda ulusal kimliğin inşasında köylülüğün stratejik rolünü gören bir ideolojinin yansımasıydı. Tarım ve hayvancılık alanında eğitimin yaygınlaştırılması, köylüye modern tekniklerin öğretilmesi ve üretimin artırılması bu kalkınma modelinin temel direkleri arasındaydı. Bu kapsamda, 1929 yılında Ankara’da Tarım Bakanlığı'na bağlı olarak “Çoban Mektebi” kuruldu.
Bu okul, yalnızca bir ziraat eğitimi kurumu değil, aynı zamanda hayvancılıkta uzmanlaşmış bir teknik okul olarak planlanmıştı. Öğrencilere küçükbaş hayvanların bakımı, sürü yönetimi, yemleme, doğum süreçleri, meracılık teknikleri, hastalıklarla mücadele gibi konularda uygulamalı eğitimler veriliyordu. Bu eğitimler, Ziraat Vekâleti tarafından planlanmış; okul, Ankara'nın dış çeperinde, sürülerin barınabileceği geniş araziler üzerine kurulmuştu. Hedef, köylü çocuklarını sadece çobanlıkla değil, aynı zamanda hayvancılıkla ilgili temel veterinerlik bilgileriyle de donatmaktı.
Görünmez Krizin Adı: Emeksizleştirilen Tarım
Bugün ise durum oldukça farklı. Çobanlık mesleği, kırsalda bile rağbet görmeyen, neredeyse terk edilmiş bir uğraş haline geldi. Gençler, daha az emekle daha fazla kazanç getiren işlere yönelirken, çobanlık dış göçle gelen geçici işçilerin omuzlarında yürümeye çalışıyor. Ancak bu iş gücü, sürdürülebilir değil. Ne sosyal güvenceleri var ne de mesleki formasyonları. Nitekim birçok üretici, sürüsünü otlatacak, hayvanı tanıyan, doğumda yardımcı olabilecek bilgili çoban bulamıyor.
Oysa 1930’ların başlarında, Ankara’daki Çoban Mektebi’nin mezunları Anadolu’nun çeşitli vilayetlerine gönderilerek “örnek çobanlar” olarak görev yapmış, kırsal kalkınma sürecinde öncü roller üstlenmişlerdi. Devlet sadece makine değil, insan da yetiştiriyordu. Bugünün tarım politikaları ise ağırlıklı olarak teşvik sistemleri ve destekleme alımları üzerinden yürütülürken, insan gücü planlaması neredeyse tamamen unutulmuş durumda.
Yeniden Bir “Çoban Akademisi” Kurmak Mümkün mü?
Türkiye’de yeniden kırsala ve üretime dönüşü sağlamak için yalnızca toprak değil, emek de yeniden organize edilmeli. Çobanlık gibi geleneksel fakat hayati bir meslek, tekrar bir eğitim politikası çerçevesinde ele alınmalı. Kırsal okullarda bu meslekle ilgili derslerin verilmesi, meslek liselerinde hayvancılıkla ilgili yeni alanların açılması, hatta yeniden bir “Çoban Akademisi” kurulması, çözümün önemli bir parçası olabilir.
Cumhuriyet, çobanın kıymetini bilmişti. Şimdi kriz gösteriyor ki, onu unutmakla büyük bir üretim zincirini riske attık. O hâlde sorulacak soru şudur: Geleceğin hayvancılığı kimlerin ellerine emanet edilecek?