ÇİZGİYLE İSYAN: BİR MİLLETİN VİCDANI DERGİ KAPAĞINDA

Bir zamanlar bu ülkede bir dergi, her hafta yarım milyon insanı aynı anda güldürüp aynı anda düşündürüyordu. Sıradan bir dergi değil, bir karikatür dergisi. İsmi Gırgır’dı. Haftalık satışı 500 bini aşıyor, Avrupa’nın en çok satan mizah dergisi olarak tarihe geçiyordu. Derginin içeriğinde ise mahalle vardı, yoksulluk vardı, kuyruklar, grevler, siyasetçiler, mahalle delikanlıları, işçiler, öğretmenler, kısacası halkın gündelik hayatı vardı. Ama her şeyden önemlisi: bir tür kolektif vicdan vardı o

Abone Ol

Türkiye'de karikatür, sadece bir sanat değil; bir tür “resimli muhalefet”tir. Gülerken içimizi acıtan, acırken güldüren bir gelenektir. Ve bu gelenek öyle kolay kolay doğmadı. Akbaba’nın edebi taşlamalarıyla başlayan, Marko Paşa’nın kovuşturmalı mücadeleleriyle olgunlaşan, Gırgır’la patlayan ve Leman, Penguen, Uykusuz gibi dergilerle dijital yüzyıla direnen bir çizgidir bu.

Ama mesele yalnızca bir sanat tarihçisinin kaleminde incelenecek görsel birikim değildir.
Bu çizgilerle bir toplum kendi çürüyen yanına bakabildi.
Kendi korkaklığını, kendi cesaretini, suskunluğunu, öfkesini, aşkını, ahlakını tartışabildi.
Siyasetçiye, askere, patrona ve bazen de kendine karşı bir ayna tutabildi.

İşte tam da bu yüzden o dergiler kapatıldı.
Bu yüzden mahkemelerde süründürüldü yazarları.
Bu yüzden bugün çoğu artık yok, olanlar da hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Düşünsenize, Gırgır’ın 1970’lerin sonunda ulaştığı tiraj, bugün herhangi bir gazetenin hayal bile edemeyeceği bir rakam. Penguen, 2005’te haftada 130 bin satıyordu. Leman, 90’larda üniversiteli gençliğin el kitabı gibiydi. O dergilerde çizilen bir kare, bazen bir akademik makaleden daha güçlü etkiler yaratıyordu. Çünkü doğrudan yüreğe hitap ediyordu.
Sansürsüzdü.
Gerçekti.
Sokaktan besleniyordu.

Bugün geldiğimiz noktada tirajlar eridi, çizerler Instagram’a sığındı, baskı arttı. Ama daha önemlisi, kolektif vicdanın çizgisi sessizleşti. Herkes kendi küçük gerçekliğinde hapsoldu. Bir zamanlar milyonlarca kişi aynı espriye gülerken, şimdi algoritmaların sunduğu yalnızlaştırıcı içeriklere tebessüm ediyoruz.

Ve bir soruyu sormadan edemiyor insan:
Acaba bu toplum kendi muhalefetini artık çizgiyle değil, sadece sessizlikle mi dile getiriyor?

Bir toplumun en yaratıcı muhalefet biçimi olan karikatür, sadece çizerlerin değil, okurların da kolektif hafızasına yazılıdır. Dergi kapağını gördüğümüzde anlarız: “Evet, biz bu günü böyle yaşamıştık.”

Bugün belki o dergiler yok, ama hala “gizlenenin peşinde” olan çizerler var.
Ve hala o vicdanı hatırlayan okurlar.
Belki yeniden bir kapakta buluşuruz.
Ama önce o kapağı taşıyacak cesareti ve o kapaktaki çizgiye layık bilinç seviyesini yeniden inşa etmek gerekiyor.

Bir karikatür dergisi sadece güldürmez.
Bazen o kapak, bir milletin susturulmuş çığlığı olur.
Ve onu gören herkes bilir: "Bu çizgi, bizim hikâyemizdi."