Askerî bir harekât değil, bir medeniyetin hafızasını kurtarma emridir. Belki de tarihin en sarsıcı çelişkilerinden birine tanıklık ederiz o gün: Polatlı’da savaş boruları öterken, Ankara’da bir müzenin temelleri atılmaktadır.
Bu emirde, vilayetlerde bulunan taşınabilir nitelikteki tarihi eserlerin kayıt altına alınması, korunması ve mümkünse merkeze gönderilmesi istenir. Bu merkez Ankara’dır. Bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak bildiğimiz yapının fikirsel doğumu, işte bu tek sayfalık genelgeyle başlar. Emir, Maarif Nezareti aracılığıyla gönderilir. Maarif Vekili Rıza Nur’dur, ama bu kültürel seferberliğin mimarı tartışmasız Mustafa Kemal Paşa’dır. O günlerde Meclis’in yetkilerini üzerine almış, Başkomutan sıfatıyla orduyu yöneten biridir. Önünde Sakarya Savaşı vardır; yani bir ölüm kalım çizgisi.
Peki neden o günlerde? Cevabı tam olarak bilmiyoruz ama bir sezgimiz var. O da şu: Bu savaş, sadece toprakları değil, kimliği de savunmaktaydı. Anadolu’nun Roma’dan, Hitit’ten, Frig’den kalan mirası, sadece taş değil, bu topraklarda bir medeniyetin varlığının deliliydi. Bu yüzden korunmalıydı. Bugün askere at, orduya erzak, millete yükümlülük getiren Tekâlif-i Milliye emirleriyle aynı tarihlerde, valilere gönderilen bu kültürel uyarı, bir tür “medeniyet manifestosu”dur. Düşman yaklaşıyor olabilir, şehir tehdit altında olabilir; ama bu, tarihimizi unutmak ya da kültürümüzü terk etmek için bir bahane değildir.
Kurşunlu Han ve Mahmut Paşa Bedesteni, bu tarihten itibaren yavaş yavaş birer depo hâline getirilecektir. Anadolu’nun farklı yerlerinden gelen taş yazıtlar, figürler, kaplar ve sikkeler, bu yapının avlusunda birikmeye başlayacak; savaş bittiğinde ise Anadolu Medeniyetleri Müzesi adını alacak kuruma dönüşecektir. Bu açıdan bakıldığında, Sakarya Savaşı’nın cephe gerisi sadece lojistik değil, kültürel bir hazırlığın da alanıdır. Hem ekmek toplanır hem de eser. Hem kağnı yola çıkar hem de çömlek. Hem istiklal için kan dökülür, hem geçmişin izleri saklanır.
Bütün bunlar olurken Meclis’te başkentin taşınması tartışılmaktadır. Kayseri adı sıkça geçer. Meclis’in Kayseri’ye nakli ciddi ciddi düşünülür. Hatta bazı milletvekilleri valizlerini hazırlamıştır bile. Ama Mustafa Kemal buna karşı çıkar. “Meclis burada kalacak, ben de cephede olacağım,” der. Bu kararlılık, sadece bir stratejik tutum değil, aynı zamanda bir psikolojik savunmadır. Ankara düşerse rejim düşer, meclis giderse millet umudunu yitirir. Ve işte bu direncin içinde, tarihî eserlerin toplanmasına dair bir genelge yerini alır. O günlerde kimse gazetelere bu emri yazmaz, kimse nutuk vermez bu konuda. Ama o tek yapraklık yazı, geleceğin müze vitrinlerini biçimlendirmeye başlar.
Sakarya kazanılır. Sonra Büyük Taarruz. Sonra Cumhuriyet. Ama o sessiz emrin izleri, Ankara’nın kalbinde yaşamaya devam eder. Bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni gezen her ziyaretçi, belki farkında olmadan, Sakarya Savaşı günlerinde verilmiş bir kararla yüzleşmektedir. Bir ülke, yok olma tehdidi altındayken bile müze kurmayı düşünebiliyorsa, o ülke sadece bağımsız değil, aynı zamanda köklüdür. Ve belki de bu yüzden, o sessiz emir tarihin en yüksek seslerinden biridir.