ÇALIŞMANIN SONU MU, YOKSA YENİ BİR ZİNCİR Mİ?

Elon Musk’ın son bir forumda söylediği bir cümle hâlâ zihnimde dönüp duruyor: “Yakında çalışma isteğe bağlı olacak. Robotik dünya bunu mümkün kılacak.”

Abone Ol

Bu söz, ilk işittiğinde özgürlük gibi gelir.
Sanki insanlık nihayet, omuzlarından yüzyıllardır taşıdığı o emeğin yükünü bırakacakmış gibi…
Ama ben, bir ömür hem tarihin hem hayatın içinden geçerek bakmayı öğrenmiş biri olarak, bu cümlenin parıltısının ardında başka bir kırılmayı görüyorum.

Bu kırılma, yalnızca çalışma hayatının geleceği değil; insanlığın iki ayrı türe bölündüğü bir çağın kapısıdır.

Benim kuşağım çalışmayı bir omuz yükü olarak tanıyordu

Çocukken Kastamonu Halk Evi’nin karanlık salonunda altyazılı Amerikan filmleri izlerdim.
O filmler bile dünyanın emek çarkıyla döndüğü bir dönemi anlatırdı.
Biz çalışmanın ne olduğunu bilerek büyüdük: sabırdı, kimlikti, zorunluluktu, hayatı tutan omurgaydı.

Bugün o omurgayı robotlar devralıyor.
Yorulmayan kollar, hata yapmayan makineler, fire vermeyen üretim hatları…
Ve kapitalizmin kadim sorusu yerinden oynuyor:

“Emek olmadan üretim olur mu?”
Bugün cevap: Evet.

Ama daha büyük soru şu:
“Peki insan bu denklemde nerede duracak?”

Çalışmanın isteğe bağlı hale gelmesi özgürlük mü, yoksa görünmez bir el değiştirme mi?

Musk’ın söylediği kulağa hoş geliyor:
“Çalışmak istemeyen çalışmayacak.”

Peki ya çalışmak isteyen ama iş bulamayan?
Geliri olmayan?
Hayatını geçimini sağlayacak bir dayanağı olmadan sürdürmek zorunda kalan?

Çünkü kapitalizmin görünmez ama sert yasası hiç değişmedi:
Gelirin yoksa özgürlüğün de yoktur.

Robotların üretimi sınırsız hale getirmesi mümkün.
Ama bu sınırsızlık, mülkiyet birkaç dev şirketin eline geçtiğinde,
çalışmanın ortadan kalkması değil, insanın sistemin dışına itilmesi anlamına gelir.

Ve işte burada benim yıllardır düşündüğüm o derin çatlak ortaya çıkıyor.

Aynı yüzyılda iki insan türü: Homo Sapiens ve Homo Deus

Uzun süredir şunu düşünüyorum:
Bu yüzyıl, insanlığın iki ayrı hatta bölündüğü ilk ve tek yüzyıl olacak.

Bir yanda hâlâ biyolojik kırılganlığıyla, sınırlı fiziksel kapasitesiyle,
emeğiyle hayatını kazanmaya çalışan Homo Sapiens.

Diğer yanda zihnini algoritmalarla güçlendiren, makineyle birleşen,
teknolojiyi kendi bedenine eklemleyen Homo Deus.

Bu iki insan biçimi bir süre yan yana yaşayacak.
Aynı şehirlerde, aynı sokaklarda, aynı ülkelerde…

Ama tarihin sert gerçeği şudur:
İki farklı insan türü uzun süre aynı sistem içinde yaşamaz.

Kaybolacak olan Homo Deus değil;
daha önce başka bir yazımda da söylediğim gibi, Homo Sapiens’tir.

Robotların çalıştığı bir dünyada, emeğin dışına itilmiş insan
yeni çağın dezavantajlı nüfusuna dönüşebilir.

Yeni zincir, eski zinciri aratır mı?

Eğer robotik devrim insanı özgürleştirecekse bunun tek şartı vardır:

Teknolojinin mülkiyeti toplumla paylaşılmalıdır.
Robotların, algoritmaların, üretim ağlarının sahibi bir avuç şirket olursa
çalışmanın bitmesi zincirin kırılması değil,
zincirin yeniden cilalanması olur.

O yüzden benim asıl sorum şudur:

Robotların çalıştığı bir dünyada ben kim olacağım?
Biz kim olacağız?
Hangi insan türü ayakta kalacak?

Belki de bu çağın gerçek kırılması çalışma hayatının sona ermesi değil;
Homo Sapiens’in tarihin kenarına doğru sessizce çekilmesidir.

Gizlenen cevap makinelerde değil;
adalette, paylaşımda ve insanın kendi değerini kimin belirleyeceğinde saklı.