Bu mezarlık, birçoğumuzun yalnızca tabela üzerinde gördüğü, belki birkaç kez defin ya da ziyaret sebebiyle içine adım attığı sıradan bir yer gibi görünebilir. Oysa Cebeci Mezarlığı, yalnızca bir mezarlık değildir; aynı zamanda Cumhuriyet’in kolektif hafızasının taşa kazındığı bir anıttır. Ve bu anıtın ardında, bugün adını pek az kişinin bildiği bir mimar vardır: Martin Elsa Elser.
Elser, 1930’lu yıllarda Türkiye’ye davet edilen yabancı mimarlardan biridir. Ankara’nın modern başkent olarak biçimlendirilmesinde görev almış, Sümerbank Genel Müdürlüğü gibi kamu yapılarında da imzası bulunan bir Alman’dır. Ancak onun belki de en şiirsel işi, ölüler için yaptığı bu mezarlıktır.
Cebeci Mezarlığı'nın planına yukarıdan baktığınızda fark edilmesi gereken ilginç bir form var: bir fil ayağı. Elser’in bu formu özellikle seçtiği, gerekçesini de çok çarpıcı bir biçimde dile getirdiği anlatılır. Filler, insanlar dışında mezarlarını ziyaret eden tek canlı türü. Bu bilgi, mimarın doğayla ve ölümle kurduğu anlamlı ilişkiyi yansıtıyor. Öyle ya, ölüye saygı yalnızca dini ya da geleneksel bir mesele değildir; aynı zamanda uygarlığın ölçüsüdür.
Cebeci Mezarlığı’nı farklı kılan bir diğer unsur da, inşa edildiği yıllarda içinden bir nehrin geçiyor olmasıydı. Evet, bir zamanlar bu mezarlık, akan bir suyun iki yanına yerleşmişti. O nehir, belki Hatip Çayı’nın bir koluydu ve zamanla üzeri kapatılarak bir kanalizasyona dönüştürüldü. Ama o suyun varlığı, bu alanı yaşayan bir peyzaj haline getiriyordu. Düşünün, bir mezarlık; içinden nehir geçen, formu bir fil ayağını andıran ve Cumhuriyet’in öncü isimlerini içinde barındıran bir anıt-mekân...
Bugün Cebeci Mezarlığı’na giderseniz, sadece mezar taşlarına değil, zemindeki haritaya, formun simgesine, mimarın sessiz düşüncesine de bakın. Elser’in hayal ettiği gibi, bu alan sadece bir defin yeri değil, aynı zamanda anımsamanın mekânıdır.
Zira ölülerin kıymetini bilen bir şehir, yaşayanların da kıymetini bilir.