BİR DOĞUM GÜNÜNÜN TARİHİ 23 Aralık 1957.

Abone Ol

Takvim yapraklarında sıradan bir kış günü gibi durur. Ama tarih dediğimiz şey, yalnızca rakamlardan ibaret değildir; bazen bir gün, bir ülkenin ruh hâlini sessizce içine çeker. Benim doğduğum gün de öyle bir gündü.

Türkiye o sabah uyanırken sokaklar soğuktu. Kış kendini iyiden iyiye hissettiriyordu ama asıl ayaz, havada değil, siyasetin dilindeydi. Gazeteler masalara sert başlıklarla bırakılıyordu. Seçimler bitmişti ama tartışmalar bitmemişti. Sandıklar kapanmış, cümleler açılmıştı. Herkes konuşuyor, kimse dinlemiyordu.

Basın, kelimeleri dikkatle seçiyordu. Açıkça söylenemeyen şeyler, satır aralarına gizleniyordu. Bir manşetin altındaki küçük bir cümle, bazen koca bir dönemi anlatıyordu. Demokrasi vardı ama kırılgandı. İktidar güçlüydü ama huzursuzdu. Muhalefet sesini yükseltiyordu ama duvarlara çarpıyordu.

Ekonomi haberleri genellikle arka sayfalardaydı. Küçük puntolarla yazılmıştı ama ağırlığı büyüktü. Hayat pahalılaşıyordu, döviz dardı, ithalat zordu. Köylü, esnaf, memur… Kimse yüksek sesle şikâyet etmiyordu ama herkes aynı şeyi hissediyordu: Bir şeyler yolunda gitmiyordu.

Dış dünyada ise soğuk bir savaş vardı. Haritalar üzerinde çizilen oklar, gazetelerde temkinli ifadelerle yer alıyordu. Türkiye, büyük bir oyunun kenarında değil, tam ortasındaydı. Bu da içerdeki gerginliği artırıyordu. Ülke, hem içeriden hem dışarıdan sıkıştırılmış bir hâl içindeydi.

Ben ise o gün, bütün bunlardan habersiz, dünyaya geldim.

Ne manşetleri gördüm, ne tartışmaları duydum. Ama şimdi geriye dönüp baktığımda şunu fark ediyorum: İnsan bazen bir dönemin içine doğar, bazen de o dönem insanın içine doğar. O günün gerilimi, o günün suskunluğu, o günün satır araları… Hepsi yıllar sonra benim merakımda, sorularımda, kazıma isteğimde kendini yeniden gösterdi.

Belki bu yüzden hiçbir haberi olduğu gibi kabul edemedim. Belki bu yüzden hep “arka sayfaya” baktım. Küçük bir notun, unutulmuş bir cümlenin peşine düştüm. Çünkü biliyordum: Asıl hikâye çoğu zaman manşette değil, gizlenmiş olanda durur.

23 Aralık 1957, benim için yalnızca bir doğum tarihi değil. Türkiye’nin suskunlaştığı, kelimelerin tartılarak kullanıldığı, geleceğin çatlaklarının belli belirsiz göründüğü bir eşik.

Ve ben, o eşikte doğmuş bir tanık olarak, hâlâ aynı sorunun peşindeyim:

Bu ülkede ne söylendi, ne söylenemedi, ne gizlendi?

İşte bu yüzden yazıyorum.

İşte bu yüzden bakıyorum.

İşte bu yüzden hâlâ Gizlenenin Peşindeyim.