Şimdi devam edeyim isterseniz; sonra ben 2010'lu yıllarda merkez valiliğine atandım. Bu valilikte herkesin başına gelebilecek klasik bir durak. Mesela o merkez valiliğine geldikten sonra bir şaşkınlık yaşıyorsunuz yani. Çok yoğun bir hayat. Çok yoğun bir tempo. Kılıcınız keserken birader konuşuyor. Kaymakamlık ve aynı şekilde mahalli detayı ve inanır mısınız o dönemde en yakın arkadaşlarımdan daha çok benimle ilgilendi Ruşen Hoca. Beni çağırdı, toplantılara götürdü, konuşmacı yaptı. Beni yazmaya teşvik etti. Efendime söyleyeyim. Benim onu aradığımdan daha fazla beni aradı. Yani benim o dönemdeki bunalımlı, sıkıntılı dönemde açmama hocamın çok büyük bir katkısı oldu.
Ben öteden beri çok okurum. Çok kitap okurum. O dönemlerde de yoğun olarak daha anlamlı geldiği için bana nehir söyleşileri okumaya başladım ben. Nehir söyleşileri birçok yayınevi tarafından çıkarılmıştır ama en çok Türkiye İş Bankası nehir söyleşilerini seviyordum.
Yani o dönemde Nehir söyleşilerini tamamına yakın okudum. Korkut Boratav gibi hocamızın başka yayın evlerinden çıkmış kitapları da vardı. Fakat ben daha çok dediğim gibi ne varsaydı elime ne geçerse okudum. O dönemde şunu gördüm. İki tür Nehir Söyleşisi var. Daha doğrusu şöyle anlatalım. Bir biyografi var. Birinin hayatını yazıyorsunuz. Bir otobiyografi var. Oturuyorsunuz. Kendi hayatınızı yazıyorsunuz. Bir de Nehir Söyleşisi var. Söyleşiyorsunuz. Nereye gideceği de belli değil. İki taraf için belli olduğu belli değil. Şimdi orada şunu gördüm. Bir bu iş nasıl yapılıyor diye baktım. Görebildiğim kadarıyla anlayabildiğim kadarıyla şöyle yapılıyor. İş Bankası Yayın Kurulu bir kişinin nehir söyleşisi yapılmasına karar veriyor. Benim anladığım bu. Kime yaptırabiliriz bunu diye araştırıyorum. Şöyle karar veriyor. Yapana değil yaptırılanı özle kabul ediyor. Aynen öyle. Yaptırılanı özle kabul ediyor. Bunu kime yaptırabiliriz diyor. Bakıyor etrafına. Daha önce bu işi yapmış olanlar veya yeni yapacak olanları belirliyor. Ama onların bu kişiyi tanıyıp tanımadığını o kişiyle yakın ilişki içinde olup olmadığını pek araştırdığını sanmıyorum. Profesyonel olarak iki kişiyi görevlendiriyor. Buna bir bütçe belirliyor. O bütçenin de belli bir bölümünü peşin olarak veriyor. O kişi geliyor görev icabı. Aldı ya üzerime. Tanımaya çalışıyor. Anlamaya çalışıyor, başlıyor sorulara. Anlatabiliyor muyum? Zor iş yani kesin zor iş. Yani. Bence de çok şey çıkmayabilir oradan. Yani. Keyifli olmuyor. Akıcı olmuyor. Nehir gitmiyor. Biraz da profesyonellik kokuyor. Aynen öyle. Şimdi. Bunu ben hemen hissederdim. Okuduklarında. Derdim ki bu soruları soran bu adamı tanımıyor. Veya bu kadını tanımıyor. Didaktik geliyor. Evet. Bu kadını tanımıyor. Onu hissederim. Derdi ki ya keşke onu daha iyi tanıyan birine bu işi verse derdi. Ama çok kolay değil yani. Hem tanıyacaksın. Hem bu işe gönül vereceksin. Hem bilmem ne yapacaksın. Çok kolay bir şey değil. Dolayısıyla bu olmamalı diye düşünürdüm. Bir de diğer bir yöntem var.
Söyleşiyi yapacak olan veya kendisi hakkında söyleşi yapılacak olan soruları hazırlıyor ve gönderiyor. Soruları karşı tarafa veriyor. Karşı tarafta onu bir metin gibi yazıyor. O da kötü. Onun da hiçbir hakkı yok. Hiç ruhu yok. Yani zaman zaman soranla anlatan tartışmalı da yani. Tartışmalı da yani. Hayır öyle değil de diyebilmelisiniz. Yani siz öyle diyorsunuz ama bakın burada bu da var diyebilmelisiniz. Bu işin sohbetin doğasından gelen, doğasından kaynaklanan bir şey. Bunun da olmaması gerekli. O nehir değil, durgun su olur. Bununla ilgili de 3-4 kitap. Buna da baktığınızda hemen ilk sayfadan anlıyorsunuz. Bu soruları almış. Ya da soruları beraber hazırlamışlar. Veya yalnız hazırlamış.
O da hoca da oturmuş. Veya hoca veya sanatçı. Oturmuş cevabını yazmış. Ama bu değil o. Nehir akması lazım yani. Dolayısıyla bu da olmamalı derdim kafama göre. Sonra zaman içinde hocamla birlikte olduğunda bir gün otururken 2015'li yıllarda 15'li yıllarda sanıyorum 2015'te 10 sene önce. Hocam böyle bir şey yapalım mı dedim ben. Hocam nasıl bir şey bu dedim. Ben hocama anlattım. Dedim ki ben bununla ilgili belki 15-20 tane kitap okudum. Durum böyle böyle. Tabi bu nesil daha çok biyografiye veya otobiyografiye alışmış. Daha meraklı. Daha meraklı. Nehir Söylesi çok eski bir şey değil. Yani belki Avrupa'da biraz daha geçmişi var ama bizde bir 15 yıllık falan bir geçmişi vardır. Belki o kadardır. Peki dedi hocam yaparız. Nasıl yapacağız? Dedim hocam bir bütçe lazım buna ama bizim bütçemiz yok. Kimseden de bütçe isteyecek halimiz yok. Ne yapacağız dedi peki o zaman. Dedim ki acaba şeyde kent ve çevrede doktora öğrencilerinden yüksek lisans öğrencilerinden bir şey rica edebilir miyiz? Ne rica edeceğiz? Bizim sizinle sohbet yapacağımız her gün biri katılacak kayda alacak telefonuyla veya kayıt cihazıyla sonra onu deşifre edecek sonra onu getirecek bana verecek. Ben de onu yazı diline aktaracağım. Ben kimseden böyle bir şey rica edemem dedi.
Peki dedim bunu Ayşegül Mengi Hoca marifetiyle arkadaşlara sorabilir miyim dedim. Sorabilirsin dedi. O sizin konunuz ama ben kimseden bu anlamda bir şey rica etmem dedi. Ayşegül Hoca'ya gittim. Dedim ki durum böyle böyle. Bütçemiz yok. Normal şartlarda bir bütçeyle oluyor ama kime gidip de bütçe isteyeceğiz. Ama böyle bir çalışma da yapmak istiyoruz. Yapılması da gerekli. Böyle böyle yapabilir miyiz? Toplayalım arkadaşları dedi Ayşegül Mengi. Topladık arkadaşları. Burada. Böyle bir araya geldik. Herkes geldi. Yani on beş kişi falandı herhalde. On on beş kişiydi. Onlara kitapta da teşekkür ettik zaten. Anlattım bu dediğimi. Yani dedim ki ben biz şey yapacağız. Biz hocayla konuşacağız. Siz konuşurken siz konuşurken. Hatta onların isimlerini burada zikredelim hocam. Ayşegül Mengi'ye var. Doktor öğrencileri Ezgi Kovancı Hikmet Kuran Sabriye Akkuran, Duygu Yıldız Karakoç, Haluk Kurtuluş Turgay Ovalı Sinem Atay, Recep Alfatlı. Çok teşekkürler. Ellerine sağlık. İyi ki yapmışlar. Recep Alfatlı bunun dışında Recep Alfatlı ben bu kitabı yazın Alaçatı'da son haline getirdim. Benim çıktı makinem yoktu. Recep o da eskiden okumuş. Abisi de siyasaldan. Recep kendi bürosunda çıktı darımı falan çıkarttı. Ellerine sağlık. Sağ olsun ona da o nedenle teşekkür ettim. Arkadaşlara söyledik. Arkadaşlar memnuniyetle dediler. Memnuniyetle dediler. Dediler ki siz bize haber verin. Ben de o zaman dedim ki içinizden bir temsilci seçin. Ben onunla haberleşeyim. Ne gün hocamın programı uygun diyelim ki. Bunlar kaç saatlik sohbetlerdi hocam? Nasıl gelişiyordu? 1.5 saat ile 2 saat arasındaydı. Bazen 1 saat oluyordu. Hocamın programına bağlıydı bu tabi. Hocam çok yoğun bir insan. Dolayısıyla. Bunları anımsamakta hiç güçlük çekmedi değil mi? Hayır. Ne söylerseniz. Mükemmel bir hafıza. Mükemmel bir hafıza. Yani Allah nazardan saklasın. Yani hocamı tanıdıkça ona hayran olmamak mümkün değil. Şöyle bir şeyle karşılaştınız mı hocam? Bitirdiğinizde söyleyişi ya burayı da hiç bilmiyordum. Bu yönü de hiç bilmiyordum dediğiniz hani çok altını çizdiğiniz bölüm babalık meselesi o ayrı konu. Ama ne bileyim bir Japonya deneyimi oradaki ilişkiler falan sizi şaşırtan şeyler olmadı mı hiç öyle? Şimdi olmaz olur mu hiç? Bakın ben bir olayı anlatayım.
Daha önce söyledim. Mahalli Değerler Genel Müdürlüğü görevinde bulundum. Benim mesai arkadaşlarımdan bir tanesi Muammer Türker daire başkanımızdı bizim. Mahalli Değerler'in yurt dışında da görevleri vardır. Avrupa Parlamentosu'nda, Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi'nde. O nedenle bakanlığı temsilen ve hükümeti temsil eden bizden de arkadaşlar giderler.
Seçilmişlerle beraber. Bunlar da Muammer Türker gittiği bir toplantıyı anlatıyor. Toplantı devam ederken bir şekilde toplantıya katılanların kendilerini tanıtmaları istenmiş. Kendilerini tanıtmış. Muammer de ayağa kalkmış. İşte ben demiş şu yaştayım, böyleyim. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. İçişleri Bakanlığı falan. Muammer bunu söyleyince karşıda oturan bir Japon ayağa kalkmış, önünü iliklemiş. Demiş ki Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki değerli hoca Ruşen Keleş'in saygıdeğer öğrencisi seni hürmetle selamlıyorum demiş. Yok canım. Evet. Tüylerim diken diken oluyor benim. Eşek bir şey bu ya. Ruşen Keleş'i selamlamıyor. Diyor ki öğrenci kim değil de sizi selamlıyor. Yani Ruşen Keleş'in öğrencisi olduğunu da bilmiyor. Ama Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden. Evet. Mutlaka öğrencisidir zaten. Mutlaka öğrencisidir diyor. Seni saygıyla selamlıyorum diyor. Ben de ara verildiğinde gittim diyor. Hocama teşekkürler diyeceğim. O da hocanın Japonya'daki öğrencilerinden bir tanesi. Yani hocanın damgasını basmadığı yer yok ki. Yani Ruşen Hoca'nın bilgisini bilimsel kimliğini tartışamayız zaten. Ama hocanın insan yönü çok kuvvetli. Yani hoca büyük etki bırakıyor. Mesela o Japonya'daki öğrencileri kaç tanesi Türkiye'ye geldi Türkiye'de araştırma yaptı. Hoca onları buradaki akademisyenlerle buluşturdu. Veya kendisi ortak araştırmaları yaptı. Yani bunlar...
-Hocam burada biz bizeyiz açıkçası. Öyle de bir şey vardır ya. mizansen halidir o. Çok da hoşuma gider. Evet biz bizeyiz. Çok uzunca bir süredir böyle düşünüyordum ama yayın öncesinde de bir miktar sohbet ettik. Sizin de tam böyle düşündüğünüzü ifade ettiğiniz. Ruşen Keleş’in daha geniş kitleler tarafından kentlere emek veren insanlar tarafından, kente muhafızlık eden insanlar açısından kentin savunanlar açısından çok müthiş bir kitleye hitap ettiği anlaşılıyor. Bunu yaşatacak, bu süreci yaşatacak. Bu fikirlerin bu fikir derken zaten şöyle söylüyorum demin asistan arkadaşıma da söyledim. Biz bir ay kadar önce hocayla çekime geldik. Bir ay içinde ortaya çıkan böyle bir eser var ya takoz gibi. Yani binlerce sayfa ve bu neredeyse şimdi abarttığımı düşünmez, yani izleyenlerim tanırlar beni. Binlerce sayfa, benim boyumu geçmiştir. Bir de şeyi bilirim ben, Yalçın Küçük'ün kitapları benim boyumu geçti. Böyle bir üretkenlik var ama bilinirlik noktasında sadece özel uzmanları tarafından tanınıyor olmak başka bir şey. Bunların aslında başka bir kulvara taşınması lazım diye düşünüyoruz. Siz de böyle düşünüyorsunuz. Yani bu bir enstitü, bu bir vakıf, başka bir çatı. Sonra da dileyen bütün donanımıyla gelsin bu çatı altında bu fikirleri savunmaya devam etsin ve bu Ruşen Hocam'ın sağlığında yapılsın. Kesinlikle. Sonra onun adına yapılmış bir düzenleme değil. Bence Türkiye'nin, Ankara'nın, başkentin böyle şeylere gücü var diye düşünüyorum. Bir de daha kolay olanı için bu şahane bir şeydi. Bence şimdiye kadar yapılmış tek şey nehir söyleşisiydi. Ruşen Keleş'le ilgili. Benim de yanılmıyorsam herhalde toplam 10 tane şeyim var. Televizyon programı çekimim var. Bambaşka konularda. Onun bir belgeselini yapma meselesi, görselle. Bu daha kolay olabilir diye düşünüyorum. Buna gücü de var. Bir mekan da bulunabilir. Ama daha çok adına bir vakıf ya da bir enstitü neyse vakıf daha kalıcı. Ne dersiniz buna?
*Bu aklımdan hiç çıkmış değil. Şimdi özellikle burada en büyük sorunumuz Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin devlete eleman yetiştiren, kamuya eleman yetiştiren bir öğretim yuvası olması. Özel sektöre eleman yetiştiren yerlerde, üniversitelerde bu konuyla ilgili daha kolay hareket edebiliyorsunuz. Ama dediğimiz gibi vazgeçmiş değiliz.
Kitaba tekrar dönebilir miyim? Yani bu anlattıklarınızın çok önemli olduğunu biliyorum. Çok önemli olduğu konusunda da birkaç girişimim de oldu. Mesela laf arasında söyledim. Hocam burada kimse yokken söyledim. Yani böyle bir şey olsun. Bir de bu kitabı hazırlarken bir yandan söyleşi yapıyoruz ama bir yandan da ben hocamın yakın çevresiyle görüştüm. Aile üyeleri. Yani Evren Keleş'le görüştük mesela. Mesela Birgen Keleş'le görüştük. Rahmetli Cevat Genay'la konuştuk. Rahmetli Tuncer Bulutay'la konuştuk. Can Hamoncu'yla konuştuk. Ayşegül Mengi'yle konuştuk. Neslin Algan'la konuştuk. Efendime söyleyeyim. Bunlarla oturduk. Onlar da bana anlattılar. Fakat şeyi, hocayı genel anlamlarda tanıyınca burada işleyebiliyorsunuz. İşlemeyebiliyorsunuz. Ben bu kitapla ilgili en çok söyleyeceğim şey, samimi bir kitap bu kitap. İçten bir kitap bu kitap. Bu kitap, hocamın hem hayranı hem hocayı çok seven insanların ortaya çıkardığı ortak bir miras bu. Ortak bir ürün bu. Öyle diye ifade etmek istiyorum. Daha sonra bu 2-3 yıl sürdü. 2 yılı aşkın bir süre yer aldı. Çünkü dediğim gibi ben Ankara ve İzmir arasında mekikte dokuyordum. Hocamın yoğun programı vardı. Öğrencilerimizin sınavları vardı. Ve o şekilde biz bunu bitirdik. Ben biliyorsunuz konuşma dilini, yazı dilini aktarılırken değişmesi lazım. Konuşmayı aynen yazarsanız yazı dili bir kitap dili olmaz. Onu oturdum tek tek. Hocamın jargonunu bozmadan, hocamın anlatım ifadelerini değiştirmeden onu yazı diline döktüm. Daha sonra kitabı bitirdik. Kitabı bitirdikten sonra Ruşen Hocam'a verdik. Ruhsan Hocam okudu düzeltti. Sonra Ayşegül Mengi dahil olmak üzere birkaç hocamız daha üzerinden geçti. Ve kitap hazır hale geldi. Bu arada devam ederken o zamanki kitabın ilk baskısını İmge Yayınları'ndan çıkarmıştık. Benim gördüğüm bir oydu. Refik Tabakçı İmge Yayınları'nın sahibi o da hocamın öğrencisi. Ben bir ara hocamdan izin alarak belli bir bölümünü Refik'e gönderdim. Dedim ki sen yayıncısın. Bir bak bakalım nasıl olmuş. Refik bana bir saat sonra döndü dedi ki ben bunu basarım dedi. Ben bunu basarım dedi. Bitir o zaman dedi. Bitiriyoruz dedim ben ondan sonra. Bitirdikten sonra verdik. Baskı yapıldı. Baskısı yapıldıktan sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde bir tören düzenlendi. Bu binada yaptık. Bu binada. Tören düzenlendi. Kitabı hocamla ben şeref duydum hocamın yanında. Beraber imzaladık.
Daha sonra İzmir'de Mülkiyeliler Birliği'nin İzmir Şubesi'nde de bir tören düzenlendi. Orada da yine bir imza günü oldu. Kitap ilgi uyandırdı. İlgi uyandırdı ama bence kitabın daha geniş kitlelere ulaşmasında bu ikinci basım daha büyük rol oynayacağını düşünüyorum. Daha büyük rol oynayacağını düşünüyorum. İkinci basımla ilgili bir takım küçük da olsa ilaveler yapıldı. Yani birinci basımı okuduk. İkinci basımı okumamıza gerek yok diye düşünmesin. Biraz katkılarınız var. Değişik katkılar da var. Onu da ifade etmek istiyorum. İnşallah sizin de ifade ettiğiniz gibi hocamla ilgili bu çalışmaları arttırarak devam ederiz ki daha kurumsallaştırarak gitmende büyük yarar var.
Şey ben kırk yıl lidercilik yaptım. Gördüğüm şu vefası eksik bir toplumuz. Yani hep beraber yarattığımız Mülkiye'nin hocasına bir saygısı bu. Bu bir armağan kendisine. Anlatabiliyor muyum? Onlarca, yüzlerce kitap var hocayla ilgili. Bu da buna benzer bir kitap. Bu da bunlardan farklı bir kitap. Burada ben daha çok Ruşen Keleş'in bilim adamlığından öte insan yönü üzerinde durdum. Bu kitabı okuyan herkes hocanın kişiselliği kişisel özellikleri aile babası eş olarak insan olarak çok değerli bir kişi olduğunu çok kolay anlayacaklardır. Ben kendi hayatımda Ruşen Hocama çok şey borçluyum. Yani dediğim gibi beni, kızımı eşimi hayata tanıttı, yeni kapı açtı. Tekrar ediyorum Ankara'ya geldiğimizde bir tiyatro olduğunda bizi tiyatroya götürür, yemeğe çıkarır efendime söyleyeyim rehberlik eder, yol gösterir mesela biraz önce size ifade ettim Kuvay-i Milliye ile ilgili bir merkez kurma konusunda bir çalışmamız var. Yine hocamızdan destek istiyoruz. Kimler bizimle ilgilenebilir, kimler yapabilir. Dolayısıyla her zaman bizim karanlıkta yaktığımız güçlü bir fener gibidir Ruşen Hoca. Ne güzel. Güçlü bir fener gibidir. Yolumuzu aydınlatmaya hep devam ediyor. Bundan sonra ne edecektir. Milletleriz kendisine.
-Bu yayınımızın ikinci bölümü. İzleyenlerimiz açıkçası şöyle düşünüyor olabilirler. Onların sabrını da biraz zorladığımızı düşünüyorum ama açıkçası sizi ve kendimi test etmek istedim. Bu test de şuydu. Kendisiyle ilgili konuştuk Ruşen Hocanın. Yaklaşıkta işte iki haftadır yayınlıyoruz. Otuz, otuz beş dakikadır konuşuyoruz. Ama o hiç konuşmadı. Ben bir cümle, bir cümle programı da sonlandırırken bundan nasıl etkilendiğini hocama sormak istiyorum açıkçası. Yani biz iyi mi yaptık, kötü mü yaptık anlamında bir değerlendirme değil açıkçası. Ama Ruşen Keleş'i biz doğru anlamış mıyız? Çünkü iddiamız o ki Ruşen Keleş'i doğru anlatabilecek kurumsal yapılara ihtiyaç var diyoruz. Buna hakkımız var mı ya da açıkçası merak ediyorum hocam.
***Ben sadece bir dinleyiciyim. Dinlediklerimden dolayı sizlere teşekkür ederim. Fakat abartılı değerlendirmeler dikkatimi çekti. Ayrıntılarına girmek istemiyorum. Övgülü olan cümlelerinizi biraz abartılı buldum kendim açımdan. Layık olup olmadığım konusunda kuşkularım olduğu için. Hepinize çok teşekkür ederim.
-İyi ki varsınız hocam. Hiç olmasaydınız bu ülkenin bu şehrin bu kentlerin hali nice olurdu diye de merak ediyorum. Bu müdahil olduğunuz haliyle bu primitifliği bu ilkelliği bu kentlerdeki yozlaşmayı dehşetlerin kötü yapılaşmayı yaşıyoruz. Bu kadar ömür koydunuz bunun arkasına binlerce insan yetiştirdiniz. Bir de olmasaydınız ne hale gelmiştik.