Atatürk Dönemi ve Orta Doğu

Orta Doğu kavramının 19. yüzyılın sonlarında Avrupalılar tarafından ortaya atılan Yakın Doğu, Orta Doğu ve Uzak Doğu gibi kavramlar daha o yıllarda sinsi bir hesap üzerine belirlenmiş. Orta Doğu kavramının bir İngiliz tarafından ortaya atılması ve bununda bir Ortadoğu problemi gibi sunulması hiç de şaşırtıcı değil. Birkaç yıl sonra Orta Doğu kavramını bir Amerikalı tarihçinin de kullanması dikkat çekicidir. .
Ortadoğu yüzlerce yıl Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Ekonomik ve askeri güçlerini arttıran Avrupalıların istilacı politikaları neticesinde kendisini geliştiremeyen Osmanlı Devleti, 19. yüzyıldan itibaren yenilmeye ve topraklarını birer birer kaybetmeye başladı. Osmanlı ordularını Alman komutanlar ele almıştı. İyi yönetemiyorlar sürekli eleştiriliyorlardı. Mustafa Kemal hiç beğenmiyordu ama derdini anlatacak kimse de bulamıyordu.
Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Devleti’nin yenilgisi ile sonuçlanınca Avrupalı bugünkü sınırlarımızda kalan çok yeri işgal etti.
Savaşlar devam ederken Araplar Osmanlı Devleti’ne karşı doldurularak bağımsız Arap devleti kuracaklarına inandırıldı. Bu nedenle İngilizlerle işbirliği yapan Arapların isyanı başladı. Bu da Osmanlı devletine zarar verdi. Avrupalı Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki topraklarını paylaşmak için kendi aralarında uzlaştı. İngiltere bir yandan Arapları kandırırken bir yandan da Filistin’de Yahudilerin devlet kurmasını hedef alan ve Filistin toprakları üzerinde İsrail devletinin kurulmasına zemin hazırlayan bildiriler düzenledi. Birinci Dünya Savaşı sonrası 1920 yılında yapılan düzenlemelerde Araplar dikkate bile alınmadı. Kandırıldı.
Araplar manda yönetimleriyle yıllarca uyutuldu. Bunu hazmedemeyen Arap milliyetçileri kandırılarak kendilerine verilen vaatlerin tutulmaması nedeniyle İngiltere ve Fransa’ya karşı bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele başlattı.
Arapların mücadelesi başlarken Anadolu’da da Avrupa devletlerine karşı Mustafa Kemal Paşa hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu tam bağımsız bir devlet kurmanın çabası içerisindeydi. Aklı Ortadoğudaydı.
28 Aralık 1919’da Ankara’da eşraf ve ileri gelenlerle yaptığı bir konuşmada “Cemiyetimizin görüşüyle çizdiğimiz sınır haricinde kalan dindaşlarımızla, bu muhterem kardeşlerimizle aynı sınır dâhilinde asırlardan beri vatandaşlık ettik. Bu kardeşlerimiz her tarafta; Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Doğu’da kendi dâhillerinde mevcudiyeti muhafaza ve bağımsızlığı temin için mesai sarf ediyorlar. Bütün bu İslam parçalarının bağımsızlığa mazhar olmaları, İslam âlemi için ne büyük bahtiyarlık olur” diyerek Arapların bağımsızlık mücadelesini destekledi.
Mustafa Kemal Avrupalıyı Ortadoğu’da kendi oyunlarıyla vurdu. “Aynı emperyalist devletler aynı derecede şiddetle Türk’ün de, Arap’ın da, Irak’ın da, Anadolu’nun da, Suriye’nin de düşmanıdırlar. Irak’ta İngilizler bütün zulümleriyle, Irak Araplarını ezmeye çalışıyorlar. Anadolu hakkında aynı zalimin takip ettiği siyaset aynı şeydir. Fransızlar ise Suriye’de aynı siyasetin tatbiki için uğraşıyorlar. Şu halde Anadolu’nun, Irak’ın, Suriye’nin hayati menfaatleri de pek sıkı bir tarzda birleşmiş bulunuyor. (…) Bundan sonrası için kuvvetle ümit edebiliriz ki, Anadolulularla Suriyeliler, hakiki menfaatlerinin nerede olduğunu hakkıyla anlayacakları için müşterek düşmanlara karşı el ele aynı azim ve gayretle çalışacaklardır.”
Ortadoğu’daki gelişmeler dikkatle izlendi. Türkiye lehine yönlendirilmeye çalışıldı. Irak sınırında İngilizleri uğraştıracak sorunlar yaratıldı. Fransızları Türkiye lehine şartları içerecek bir anlaşmaya razı edebilmek için Suriye’de ortaya çıkan direnişçiler cesaretlendirildi ve desteklendi. Arapların İngiliz ve Fransızlara karşı teşkilatlanmaları teşvik edildi. Maddi, manevi ve askeri yardımda bulunuldu. Bildiriler dağıtıldı. Halep ve Musul gibi kentlerde afişler asıldı. Halk desteği sağlandı. Suriye’de kurulan cemiyetler Fransızlara karşı direnişin örgütlenmesinde önemli bir rol oynadı.
Atatürk’e göre Milli Mücadele bütün doğunun mazlum milletlerinin davası oldu. Örnek oldu. “Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.”
Dedi.
Atatürk maceraperestlikten uzak gerçekçi bir dış politikaya yön verdi. 27 Mart 1933’te yaptığı konuşmasında “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve iş birliği çağı hâkim olacaktır.”
Atatürk’ü kimse anladı mı tabi ki hayır.
Milli Mücadele sonrası dönemde Türkiye, Atatürk ile birlikte “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle barışçıl ve iyi komşuluk ilişkilerini benimsedi.