ANKARA’YA SIĞAN SON ŞAİR: İMRU’L-KAYS’IN HIKÂYESİ

Abone Ol

Arap şiirinin büyük ismi İmru’l-Kays’ın yolu Ankara’ya düştü. Ve o yol, Hıdırlıktepe’nin rüzgârında bir türbeye dönüştü. Şairin kaderi, Roma’nın taş yollarıyla Anadolu’nun soğuk sabahlarını birbirine bağladı.

Ankara’nın rüzgârı bazen yalnızca şehirde yaşayanların yüzüne çarpmaz; tarihin unutulmuş yüzlerine de dokunur. Eski seyyah defterlerinde adı geçen Hıdırlıktepe’ye çıktığınızda, bugün taşından bile iz bırakılmamış bir türbenin hayalini kurarsınız.
O türbenin sahibinin kim olduğunu sorduğunuzda ise kulağınıza sessiz bir isim gelir: İmru’l-Kays.

Arap edebiyatının en etkili şairlerinden…
Câhiliye döneminin asi ruhu…
Aşkı, özgürlüğü ve yurdu için kavga eden bir adam.

Kimsenin beklemediği bir rotanın sonunda Ankara’da ölür. Ve şehrin tam karşı yamacına gömülür.

Bugün türbe yok; fakat Ankara’nın belleğinde hâlâ bir gölgesi durur.

Bir Şairin Yurdundan Kopuşu

İmru’l-Kays, kabilesi dağıldıktan sonra çölün üzerinde öksüz kalmış bir hükümdar çocuğudur. Babasının intikamını arar, yardım ister, diyardan diyara gider.
Yolunun sonunda kendisini Bizans sarayında bulur. İmparator ona söz verir:

“Git, ordumu bekle. Sana ülkeni geri vereceğiz.”

Şair yola çıkar, yanında umut taşır.
Ama umudun yolu bazen şairi memleketinden daha uzak bir yere götürür.

Ankara’ya Gelişi

İmru’l-Kays’ın Ankara’ya gelişi, tarih kitaplarında yüksek sesle anlatılan bir bölüm değildir. Ama Anadolu’nun sessiz kaynaklarında, Arap coğrafyasının kadim sözlü geleneklerinde hep aynı cümle dolaşır:

“Roma’ya giderken hastalandı, Ankara’da durdu.”

Şair, Bizans’ın bahşettiği pahalı kaftanın zehirli olduğu söylentisiyle ağırlaşır.
Ankara’ya ulaştığında beden çöker; sözlerinin gücü ise hâlâ dimdik ayaktadır.

Hıdırlıktepe’ye bakan yamaçlarda günlerce yattığı, yanında ona eşlik eden bir kadını sevdiği; o kadının da Ankara’da kaldığı rivayet edilir.
Bu, Arap edebiyatının en eski aşk kırıntılarından biridir:
Bir şairin yabancı bir şehirde yitirdiği bir kadın…

Hıdırlıktepe’deki Türbe

Ankara’nın yaşlıları, 1950’lere kadar Hıdırlıktepe’nin üzerinde küçük ama özenli bir türbeden söz ederdi.
Açık avlusu, basit kubbesi, kırık taşları…

Adı konmuştu:
İmru’l-Kays’ın mezarı.

Bu türbe 20. yüzyılın ortasında yıkıldı. Şehrin büyümesi, yeni yollar, yeni projeler, Ankara’nın eski katmanlarını silerken onun mezarı da sessizce ortadan kaldırıldı.

Bugün oraya çıktığınızda türbeden geriye hiçbir taş kalmamıştır;
ama rüzgârın taşıdığı bir şey vardır:
İmru’l-Kays’ın şiirleri gibi, kaybolmayan bir sızı.

Ankara ve Şair Arasında Kurulan Sessiz Bağ

Ankara’nın tarihinde Arap şiiriyle yan yana duran başka bir isim yoktur.
Bu yüzden İmru’l-Kays’ın şehrin yamacına gömülmesi, yalnızca bir ölüm hikâyesi değil; iki coğrafyanın birbirine değdiği bir eşiktir.

Bu topraklarda yaşamamış, bu dili bilmemiş, bu dağlara alışmamış bir şair…
Son nefesini burada verir, mezarı burada yükselir, Anadolu’nun rüzgârı onun adını taşır.

Bu, Ankara’nın hafızasında çok az kişinin bildiği bir ayrıntıdır:
Şehrin tepelerinin birinde Arap edebiyatının en büyük şairlerinden birinin mezarı vardı.

Bugün yok.
Ama unutulmadı.

Bir Hikâyenin Son Cümlesi

İmru’l-Kays’ın Ankara’da ölümü, tarihin gürültüsüne sığmayan küçük bir ses gibidir.
Çoğu zaman duymayız; ama şehre dikkatle baktığınızda hissedersiniz.

Ankara’nın taşları, kalenin gölgesi ve Hıdırlıktepe’nin esintisi…
Hepsi bu hikâyeyi yavaşça fısıldar:

“Bir şair geldi, burada kaldı.
Yurdundan uzakta…
Ama sözlerinin gölgesi hâlâ bu şehrin üzerinde.”