ANKARA’NIN HAFIZASINDA YÜRÜMEK

Abone Ol

Bir Genba Yolculuğu: Gizlenenin Peşinde Ankara

Bazı şehirler sadece yaşanmaz; aynı zamanda insana sorular sordurur. Ankara da öyle bir şehir. Her sokağında, her meydanında, her taşında bir şey eksik gibidir. O eksiklik, insanı aramaya zorlar. Yıllardır Ankara’nın o eksik seslerini toplamaya çalışıyorum. Gizlenenin Peşinde çıktığım yolculuklarda kimi zaman bir taşın dibinde, kimi zaman paslanmış bir levhada, kimi zaman bir çocuğun unutulmuş hikâyesinde o eksik sesi buluyorum.

Bu yazı bir şehir yazısı değil, bir hafıza yürüyüşü. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Ankara’ya, bugünün değil; o yılların taşlarının, topraklarının, hayallerinin gözünden bakmaya çalıştığım bir anlatı. Genba’dayız. Yani olay yerindeyiz.


Augustus’un Duvarında Başlayan Cumhuriyet

Ankara’nın tam kalbinde, Hacı Bayram’ın hemen yanı başında, sessiz ama kudretli bir yapı yükselir: Augustus Tapınağı. Dışarıdan bakınca, insan sadece birkaç duvar kalıntısı görür. Ama orası sadece Roma’nın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin de başlangıç noktalarından biridir.

Tapınağın duvarlarına kazınmış Monumentum Ancyranum metni, Augustus’un hayatını ve başarılarını anlatır. Ama bu metin, sadece Roma İmparatorluğu’nun değil, tarihin taş üstüne yazdığı büyük ideallerin de izini taşır. Ankara, iki cumhuriyetin hatırasını aynı taşlarda saklar: Roma’nın taşa kazıdığı ve Türkiye’nin halkla kurduğu Cumhuriyet.


Ankara Yazıtlar Kraliçesi: İsimsiz, Ama Unutulmaz

Bir kadın figürü düşünün. Yüzü taşa sinmiş, elleri hâlâ o yazıtın kenarında. Biz ona “Ankara Yazıtlar Kraliçesi” diyoruz. Adını bilmiyoruz ama yüzü belleğimizde. Çünkü o, taşla konuşanların, geçmişi unutmayanların simgesi.

Kimi onun müzedeki bir heykel parçası olduğunu düşünür. Oysa ben her karşılaşmamda, onun o dönemin ruhunu temsil ettiğini hissediyorum. Belki resmî olarak değil ama şehir belleğinde, Ankara'nın taşlarında adı konulmamış bir lider o.


Roma Tiyatrosu: Taştan Dönen Hafıza

Uzun yıllar boyunca, Kaleye çıkan yokuşun yamacında kaybolmuş bir yapı duruyordu: Roma Tiyatrosu. Üzeri kapanmış, unutulmuş, gözlerden silinmişti. Ama Ankara, unutmayanların şehri.

Bugün o tiyatro yeniden hayat buldu. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin titiz bir restorasyon ve arkeopark çalışmasıyla ortaya çıkarıldı. Sadece taşlar değil, belleğimiz de onarıldı. Benim de küçük bir katkım oldu o süreçte. Çünkü o tiyatro, sadece bir yapı değil, Ankara'nın taşlara kazınmış hatıralarından biriydi. Ve şimdi yine halkla buluşuyor.


Cebeci Mezarlığı: Taşların Altındaki Nehir

Ankara’da mezarlıklar bile konuşur. Cebeci Asri Mezarlığı, sadece bir defnedilme yeri değildir. Martin Elsa Elser’in mimarisinden fil ayağı formlarına kadar, dönemin estetik anlayışını ve şehir belleğini yansıtan bir anıt alandır.

Ama Cebeci Mezarlığı'nın altında bir sır daha saklı. Eskiden içinden küçük bir dere akardı. Zamanla üstü örtüldü, kayboldu. Tıpkı bazı anılar gibi… Üzeri kapatılan nehir de, suskunlaştırılan geçmiş de hâlâ orada.


Tandoğan’da Yitirdiğimiz Bir Melek

Cer Modern’in bahçesinden geçerken o narin figürü görürseniz, bilin ki o Melekler Havuzu, uzun yıllar Tandoğan Meydanı’nda Ankara’nın belleğine eşlik etti. Sonra bir metro inşaatı geldi; heykel kaldırıldı, yerine seramikten bir çaydanlık kondu.

Belki bir heykel kayboldu, belki küçük bir detay. Ama aslında bu, Ankara'nın sessizce kaybettiği hafızanın da özeti. Çünkü şehirler sadece yıkılarak değil, böyle küçük küçük, yerleri değiştirilerek de unutulurlar.


AOÇ ve Etimesgut: Bir Ütopyanın İzleri

Atatürk Orman Çiftliği, sadece tarım alanı değil; bir hayalin somut karşılığıydı. Mustafa Kemal’in Etimesgut’taki örnek köy projesi de öyle. Üretimin, paylaşımın, yeni bir toplumsal yapının hayali…

Bahçeli evler, imeceyle yürüyen üretim, dayanışmaya dayalı insan ilişkileri… Bugün o toprakların yerinde apartmanlar, AVM’ler yükseliyor. Ama AOÇ’nin toprağı hâlâ o hayalin izlerini saklıyor. Gizlenenin Peşinde yürürken biz de o izleri takip ettik.


27 Aralık: Ankara’ya Umudun Girdiği Gün

Bir öyküde anlattım… 1919’un soğuk bir Aralık sabahı. Henüz 12 yaşında bir çocuk, Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişini görmek için kalabalığın arasından başını uzatıyor. Nefesiyle buğulanan gözlük camını siliyor, gözlerini ovuşturuyor.

O gün Ankara’ya sadece bir komutan değil, bir milletin umudu geldi. İngiliz karargâhının kurulduğu Eski Meclis binasında yeni bir tarih başladı. Bahçesindeki dikenli tellerin ve Senegal askerlerinin arasından sızan umut, korkuyu yendi.


Son Durak: Olay Yerinde Durmak

Ankara’yı anlamak için bazen yürümek değil, durmak gerekir. Bir yazıtın dibinde, bir taşın kıyısında durduğunuzda şehir sizinle konuşur.

Ben yıllardır o duraklarda bekliyorum. Her bekleyişte bir kelime, bir iz, bir hatıra daha topluyorum. Çünkü şehirler kaybolmaz. Sadece susturulurlar. Ama anlatan biri varsa, o ses yeniden yankılanır.

Benim derdim, Ankara’nın sesini yeniden duyurmak. Ve belki de her adımda, her satırda sadece şunu demek:

“Burada bir şey vardı. Hâlâ var.”