Alkışsız Yaşayabilir miyiz?

Alkışın olmadığı yerde, sessizlik içinde kendi değerimizi duyabiliyor muyuz?

Abone Ol

İnsan doğduğu andan itibaren görünmek ister. Bebeğin ilk gülüşü, anne babasının gözlerindeki sevinçle anlam kazanır. İlk adım, bir çift alkışla ödüllendirilir. Ve işte o andan itibaren, insanın kalbine yerleşen bir ihtiyaç filizlenir: Onaylanma ihtiyacı.

Yıllar geçtikçe bu ihtiyaç daha da büyür. Öğrencilik yıllarında alınan bir “aferin”, iş hayatında kazanılan bir terfi, arkadaşlıkta ya da ailede duyduğun güzel bir söz, kalabalıkların arasından yükselen bir alkış… Hepsi, bir süreliğine kalbimizi ısıtır.

Fakat o sesler sustuğunda geriye ne kalır?...

Bence sessizlik aynı zamanda bir fırsattır. Kendi iç sesimizi dinleyebilmek, emeğimizin karşılığını kendi kalbimizde bulabilmek için bir davettir. Başkalarının alkışı olmasa da kendi çabamızı takdir etmek, insanı özgürleştirir ve güçlendirir.

Belki de asıl mesele, içimizdeki sessiz alkışı duyabilmektir. Çünkü başkalarının gözleri kapandığında bile kendi çabamızı görebiliyorsak; alkışsız da ayakta kalabiliyorsak, işte o zaman gerçek özgürlüğün kapısı aralanmış demektir.
Belki de asıl soru şudur: Alkışsız kalınca da varlığımızı hissedebiliyor muyuz? Ya da başkalarının sesi susunca, içimizdeki ses bize yeterli geliyor mu?

Gerçek değer, kalabalıkların avuç içlerinden değil, insanın kendi kalbinin derinliklerinden doğar. Ve belki de hayatın sırrı, alkışsız da yaşayabilmeyi öğrenmektir.