İşçi bayramı ile birleşmiş 3 günlük tatilde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “5 ŞEHİR” kitabının bedava rehberliğinde Konya’yı gezdik. Sadece 28 sayfasını Konya’ya ayırdığı Kısımı “Konya, bozkırın tam çocuğudur” cümlesiyle başlar. Tanpınar’ın kitabındaki en az yer 13 sayfa ile Ankara’ya ait…
Nedense Ankara’mızı pek sevmemiş ve anlatacak fazla bir şey bulamamıştır sayın Tanpınar. Başkentimize ayırdığı incecik bölümün 2 sayfasında da zaten Alaeddin Keykubat’ın Ankara Kalesi’nde geçirdiği 1 yılı yazmıştır. Sonraki en ince kısım ise Konya’nındır.
Alaaddin Keykubat’ın ölümünden sonra tahta geçen oğlunun en değer verdiği ama tarihimizin en sevilmeyen Selçuklu veziri Sadeddin Köpek, rakibi Taceddin Pervane’yi ortadan kaldırmak için ulemadan aldığı recm fetvasını Konya’dan Ankara’ya iki günde getirtmiş ve bu süre o yılların yıldırım sürati olarak anılmış. Teknoloji güzel şey; şimdi hızlı tren Ankara’dan Konya’ya 1,5 saatte gidiyor ve bu süre içinde Tanpınar’ın Konya’ya layık gördüğü 28 sayfayı sindirerek okumayı bile zor yetiştiriyorsunuz. Eryaman Hızlı Tren garında trene binip koltuğunuza gömülerek Tanpınar’ın kitabının Konya Bölümünde Selçuklu tarihine kapılarak zamanda yiyip gitmenizle Konya Selçuklu Hızlı Tren garında gözünüzü aradan geçmiş 800 yıl sonrasına açmanız arasında sadece 90 dakika var.
Malum Konya’da pideciden oto brandacıya kadar her yerde size Alaeddin ve Mevlâna tabelaları eşlik ediyor. Aynı dönemde yaşamış bambaşka ama tarihimizin paha biçilmez bu iki insanın peşinde dolaştık Konya’yı…
Alaeddin Keykubat için en sevilen Selçuklu Hükümdarı olduğunu yazar tarihimiz. 1200lü yılların kocaman Anadolu’sunda bir nevi kentsel dönüşüm projelerini başlatarak Urfa hatta Van’a kadar her yeri hanlar hamamlar, kervansaraylar ve camiler ile donatan, Ankara’daki Akköprü’yü bile düşünüp inşa ettiren, Moğol istilasını geçici bir süreliğine de olsa durduran bu efsane Selçuklu Hükümdarı sadece 47 yıl yaşamış. Ömrünün bir yılını henüz prensken, Ankara Kalesinde ağabeyinden tahtı alma mücadelesi sırasında kuşatma altında geçirmiş. Mücadeleyi kaybedince Malatya’ya hapsedilmiş. Ağabeyi veremden ölünce tahta çıkma kararı uyarınca Konya’ya getirildiğinde sevinçle karşılanmış. 17 yıllık altın Selçuklu çağından sonra bir gün Kayseri’de tahtı büyük değil küçük oğluna bırakacağını herkese açıkladığında büyük oğlu tarafından o akşam zehirlenip öldüğünü ve cenazesi Konya’ya girdiğinde bütün şehrin günlerce ağladığını yazıyor tarihler. Şimdi ise Alaeddin tepesinde kendi adını taşıyan narin bir Selçuklu camiinin avlusundaki birleşik türbede ataları ve kendisini öldüren oğluyla yan yana yatıyor inanılmaz güzellikle mavi çinilerle yapılmış Selçuklu tipi mezarlarında… Çinilerdeki dingin mavi renk, beyaz mermerin ürkütücülüğünden uzak bir ebedi uyku mekânı olmuş. Selçuklu iktidar tarihi haşin rekabetle dolu olduğundan hepsi nihayet o türbede huzur bulmuş görünüyorlar. Birbirinin canına kastetmemiş bir baba-oğul ilişkisi bulmanın zor olduğu Selçuklu tarihinin başrol oyuncularının bir tek çatının altında yan yana uyuyor olmaları da hayatın bir ironisi olmuş. Keykubat nasıl biriydi bilemeyiz ama Anadolu’muzu en fazla düşünen Selçuklu hükümdarı olduğu besbelli, üstelik Anadolu’ya düşünce özgürlüğü bile getirmiş. Keykubat olmasaydı ne Mevlâna olurdu ne de Mevlevilik…
“Mevlâna ile babası Konya’ya 1228 yılında Keykubad tahtta iken gelirler.” diyor Tanpınar ve Mevlâna ile Şems arasındaki ilişkiyi çok hassas bir dengede anlatmaya çalışıyor. Yine onun sesinden dinleyelim herkesin kendince yorumladığı ve yüzlerce kitapta anlatılan bu sır dolu eski zaman ilişkisini…
“….Bütün vesikalar her şeyin onun Konya’ya gelişi ile başladığında birleşir. O zamana kadar devri için çok tabii olan tasavvuf neşvesine rağmen az çok şekilci yaşayan büyük bir alim, bir müderris gibi tanınan Mevlana, o geldikten sonra sadece bir cezbe adamı olur, sema eder, şiir söyler, şekillerin ve kalıpların dışında yaşar. Konya’yı devrinin yalnız coşkunluklarıyla doldurmaz, onu içten değiştirir.”
800 yıl evvel ölmüş Mevlana’nın türbesi görkemli bir Mesnevi mezarına dönüşmüş. İnsanlar akın akın ziyaretine geliyor ve ney sesinin mistik tınıları arasında Anadolu’da dini korkutucu, Tanrı’yı da cezalandırıcı bir şey olmaktan çıkarıp iyilik, güzellik, anlayış merhalesinde kötülüğü yok sayan bu çok özel insanın ruhu için dua ediyorlar. Mevlâna Medresesinde günümüze kadar korunmuş 4 farklı çıkış kapısı varmış; ben en çok “Küstahan Kapısının” adını beğendim. Usule uymayan ve ikazlara rağmen davranışlarını düzeltmeyen çelebilere akşam karanlığında bu kapıdan yol verilirmiş. Mevlana’nın o kadar çok sevdiği Şems ona pek te uzak olmayan ama bir hayli mütevazi bir caminin içinde, Mevlana’nın mezarının görkeminden uzak bir türbede yatıyor. Çok fazla ziyaretçisi yok. Caminin içinde Şems’in ruhu için dua ettiğimde içeride sadece 3 kişi vardı. Çıkışta ayakkabılarımı giyerken iki genç çocuğun kapıdaki yazıyı okuyup “Burası da Şems’in camisiymiş. O kim? Neyse gel dua edelim” diyalogunu dinledim ve çocuklara bir açıklama yapma gereği bulmadım zira Şems’in kim olduğunu Ahmet Hamdi Tanpınar bile anlamıyor ve “Kimdi bu Şems? Nasıl adamdı?” dedikten sonra “Konya’da geçirdiğim başı boş hülya ve düşünce saatlerinde kaç defa onu düşündüm ve kendi kendime bu işte masalın ve hakikaten payı nedir diye sordum” diyerek duygularımıza tercüman oluyor.
Fakat günümüz Konya’sı modern bir metropolitan olmuş. Keykubat’tan sonraki büyük kentsel dönüşüm tamamlanmak üzere. Şehir merkezi neredeyse tamamen yıkılıp yeniden yapılmış. Meral bağlarında evler on milyon liralardan bahsediyor. Mevlâna müzesi de restore ediliyor ve yanlış anlamıyorsam bir kule ekleniyor. Belki kule bittiğinde Mevlâna, Şems ve Alaeddin yeniden birbirlerini selamlayabilirler Konya’nın bu güzelim ovasında…