Selçuklu yapılarında Palmet ve Runi süslemesi, yılan ve ejder motifini çok fazla kullanıyor. Bu da aslında Orta Asya geleneğinden… Şifahanelerde, camilerde, Dar-ül Şifalar’da, tabi, doktorların, tıbbın simgesi yılandır zaten. Ondan dolayı hayvansal süslemeleri, özellikle Selçuklu Camilerinde çok fazla görürüz. Çinilerinin renklerinden her şeyi anlıyoruz. Bir çininin renginden bunun Selçuklu mihrabı, görkemli bir işçilik olduğunu görüyoruz. Yine aynı şekilde bizim Selçuklu yıldızı, 8 kollu yıldızdır. Ondan, içinde bitkisel, stilize bitkisel süsleme diye terminolojik olarak adlandırdığımız, süsleme üslubu var. Bunu bile görmemiz, Palmet ve Rumi, bunu bir Selçuklu Cami olduğunu tam anlamıyla anlıyoruz. Minber Ahilerin, özellikle neccarlık geleneğinin, neccarların muazzam bir eseri. Biz buna taklit Kündekari diyoruz. Çivisiz, birbirine geçme parçalarla… Parçaların hepsi, baktığınız gibi hocam, parça parça tutturulmuş. Hiçbir çivi kullanılmadan oturtaraktan, her biri puzzle gibi, tek tek geçmelerle yapılmış, bir süsleme. Buralarda da ajur tekniği kullanılmıştır. Az önce neccar dedik, Muhammed Bin neccar. Yapan neccarın adı da, aynı şekilde minberimizin üstünde duruyor.
Bu köşeler neccarların geliştirdiği yeni bir ajur tekniği dediğimiz teknikle yapılmış. Yine 8 kollu Selçuklu yıldızlarından, içinde Palmit ve Rumi süslemeler dediğimiz, süslemeler bulunuyor. Tabii minberin üzerinde de bir yapım kitabesi bulunmakta. Üzerindeki bir kitabeden dolayı da 13 yüzyıla tarihlendirmemiz doğru oluyor. Sütunlar yine sahanın dediğimiz, bizim orta kısımları birbirinden ayıran, sütunlarda çok önemli. Mihraba dik uzanması dediğimiz aslında Orta Asya Cami geleneği, o Karahanlı ve Gaznelilerin ahşap destekli cami geleneğinin belki biraz Harezm gibi. Harezm, geleneğinin aslında burada da devam ettiğini ve bunu da araştırmalarda Ankara Ekoli Camiler diye benzer camilerde görüyoruz. Ahi Şerafettin’in, şimdi anlıyoruz ki yapan değil aslında, onarım sürecinde devrede olan kardeşlerden biri. Ahi Şerafettin’in Etnografya müzesinde olağanüstü bir, sandukası var. Olağanüstü bir ahşap işçiliği. İnsanın hakikaten nutku tutunur, orayı izlediğinde. O işçiliği burada görüyorum. Benzer dönem tabi.
Neccarlık geleneğinden kaynaklanan acur tekniği dediğimiz Sanduka’nın üzerinde de, ayetlerle tek tek elle işlenerek, motifler verilerek muazzam bir Sandukası yapılıyor. Şöyle de bir bilgi var, Ahi Şerafettin’in özellikle burada da bir tarihte, vakıf kaynaklarına baktığımızda bir seracesi bulunuyor. Bir yazıt. Hz. Ali’nin silsilesindendir diye yazıyor. Buradan da şu kaynaklara ulaşabiliyoruz, tabi sandukasının üzerinde de Ahi Şerafettin, özellikle Ahi Muazzam dediğimiz ahilerin muazzamı, bir çok ibarede bulunur. Üzerinde Şerafettin’i ve özellikle babası Ahi Hüsamettin’e çok büyük bir saygı var. Onlarında tabi, serace silsileye baktığımız zaman, birazdan türbesinde de, yazıtında da, kitabesinde de, Hz. Hüseyin’in torunu, Hz. Hüseyin’in soyundan ve Hz. Ali ibarelerini görüyoruz. Ama yani Ahi geleneğinde, köklerinde, Alevi Bektaşi geleneğini zaten biliyoruz.
Burası Aslanhane Caminin zaviyesi. Zaviyede bizim için önemli çünkü o yıllarda cami ile beraber; bir eğitim ve usta çırak ilişkisinin geliştirildiği, hem okul hem de eğitim sanat okulu gibi amaç güden kısmı. Tabi bunun şöyle bir önemi var. Ahiler özellikle yaptırdığı camilerde de, külliye planlamasına bağlı olaraktan, zaviyesini de yaptılar. Bunda bizim için camimizin, Aslanhane diye anılması. Yani aslan adı bu sütunlardan geliyor, daha doğrusu bu heykellerden geliyor. Zaviyesinin güney batı duvarında bulunan aslan heykellerinde, o yıllarda bulunduğundan dolayı, halk arasında Aslanhane Cami olaraktan da adlandırılıyor. Bu açıdan çok önemli. Roma dönemi devşirme taşları zaviyesinde de, yine sütun başlarında ve sütun gövdesinde olmak üzere, her yerinde, Roma dönemi sütünü, devşirme malzemeleri kullanılmış. Bunun 1900’lü yıllardan çekilmiş bir fotoğrafını anımsıyorum. Hakikaten bambaşka bir yapıyla karşı karşıyayız açıkçası. Sıvalı bir yapı görüyoruz.
Ahi Şerafettin’e ait olduğu bilinen türbedeyiz. Çevresinde de mezar yapıları görülüyor. Şimdi türbe, bizim Selçuklu türbe yapısı dediğimiz çok güzel örneklerden biri. Baktığımızda yine devşirme malzemelerin, yine burada çok fazla sayıda kullanıp ve türbenin neredeyse tamamının devşirme taşlardan yapıldığını ve bir çoğu da yazıtlıdır. Zaviye ve türbede bulunan taşların. Dikdörtgen bir şey üzerine sekizgen kasnak ve konik dediğimiz bizim Selçuk’ta kullanılan bir türbe planlaması yapılmış. Sonradan aslında Selçuklu türbe yapısına uygun olaraktan inşa edilmiş. Türbenin şöyle bir önemi var; kitabesi üzerinde bulunduğundan dolayı bizim için çok kıymetli. “Hz. Hüseyin soyundan ALLAH lütfuna erdirsin ve Hz. Hüseyin ve ailesinin kökeninden gelen Ahi Şerafettin” yazmakta. Bu da bize aslında, gelen silsilenin kimlerin torunu olduğu, nereden geldiği, soyunun ne olduğu hakkında çok önemli bilgiler veriyor. Kitabeler bunun için bizim için çok önemli. Tabi yanında da bir haziresi, bir mezarlık kısmı bulunuyor. Bu da bizim için kıymetli. Burada çocuk mezarları var, dediğimiz lahit tipi mezarlar, özellikle sanduka tipi mezarlar dediğimiz, çok farklı şekilde yazıtlı mezar taşı da bulunmakta. Tabi daha sonradan bunların, hem Ahiler döneminde kalan Ahilerin mezar taşları, camiyi yapan, haziresinde yatan kişilerin mezar taşları olduğunu da düşünüyoruz. Yeni Kent anlatılarında buluşmak dileğiyle, Esen kalın.