16 yaşındaki yeğenime Edebiyat dersi öğretmeni “Notre Dame’ın Kamburu” kitabını okuyup özet yazma ödevi vermiş. Kitap...
16 yaşındaki yeğenime Edebiyat dersi öğretmeni “Notre Dame’ın Kamburu” kitabını okuyup özet yazma ödevi vermiş. Kitap satın alınınca yeğen dehşete düşmüş! Nedeni zavallı Quasimodo’nun çektikleri değil, yeğenimde mevzu o noktaya gelememiş bile. Fransız edebiyatının herkesçe okunması gereken bu eseri tam 700 sayfa… Z kuşağı çocukları 10 sayfalık bir metni bile sıkılmadan okuyamıyorken haliyle bu kitap yavruya Çin işkencesi gibi geliyor ve acı dolu isyanı şöyle: “BİLMEM NE YAPTIĞIMIN KAMBURU! 700 SAYFA NE YAŞAMIŞ OLABİLİRSİN?” Söylemdeki engelli ayrımcılığı gibi görünen şey sadece kızgınlık. Ayrıca klasik edebiyatın bu çok değerli eseri hakkındaki tespit bizi gülmekten hasta etse de bir yandan da derin düşüncelere itti. Bu kuşak neden kitap okuyamıyor? Yeğenime haksızlık olmasın; bizim evde de durum farklı değil. 11 yaşındaki kızıma düzenli kitap okutabilmek için neredeyse meydan muharebesi veriyorum. Oysa ben ve eşim kitap okumayı severiz ama çocuk her negatif alışkanlığımızı havada kaparken bu yönümüzden hiç etkilenmiyor. Hani çocuklar evlerinde ne görürlerse onu yaparlardı? Bence tabletteki dünyada ne görüyorsa onu yapıyorlar…
Internette çocuklara kitap sevdirmek için önerilen her yöntemi denedim ama hepsi kısa vadeli çözümler olarak kaldı. Sahafları dolaşıp Rıfat Ilgaz’ın efsane Bacaksız serisini topladık, Jules Verne’nin almadığımız kitabı kalmadı, Harry Potter’ları topladık fakat ne yaptıysak bir türlü çocuğa kendiliğinden okuma alışkanlığı veremedik. Ama bir iyi tarafı var; velet eline kitap alınca 5 dakika içinde uyuyakalıyor. İyice şımarıp uyumaya direndiği akşamlarda eline bir kitap veriyorum, yavru dakikalar içinde mışıl mışıl uyuyor. Ama bu işte büyük bir yanlışlık var.
Kitap okumayan bir kişi çok iyi bir meslek edinebilir, çok para kazanabilir, eğlenceli ve başarılı bir hayata ve sıkı dostlara sahip olabilir ama yeterince inemez insan olmanın o akıl almaz derinliklerine ve güzelliklerine… Kızıma kitap okuma alışkanlığı edindirebilmek için mücadeleye devam edeceğim tabletlerin içindeki sanal dünyaların büyüleyici çekiciliğine rağmen…
Fakat bazı ünlü kitaplar var ki kitap kurdu olsak ta okuyup bitirebilenimiz çok azdır. Bunların en meşhuru James Joyce’un “Ulysses” kitabıdır. Bu neredeyse en ünlü ama en okunamayan kitabın konusunu Wiki şöyle yazmış; “Kitap 16 Haziran 1904’te geçen bir günü anlatır. Leopold Bloom’un evden çıkıp Dublin sokaklarında ve çeşitli mekanlarda arkadaşlarıyla buluşması, konuşmaları, aklında geçenler ve gözlemledikleri üzerine oldukça uzun bir metin ortaya konmuştur. Esasen kitap ilk zamanlarda İrlanda’yı kötü gösterdiği için bu ülkede pek tutulmasa da kitabın geçtiği yerlerin turistik nitelik kazanmasıyla birlikte günümüzde 16 Haziran günü İrlanda’da, kitabın kahramanına atıfla, Bloom’sday olarak kutlanır. Kitap hakkında, içerisindeki atıflar, olaylar, kahramanlar üzerinden pek çok tartışma yapılmış ve hem edebiyatçıların ve dil bilimcilerin hem de kültür çalışmalarının konusu haline gelmiştir.” Özete bakınca hiç te okunamaz bir kitapmış gibi gelmiyor değil mi? Fakat hakikaten okunamıyor ve sabır gerektiriyor. Ben bayram tatilinde bir teşebbüste daha bulunacağım, sizi sonuçtan haberdar ederim sayın okurlar. James Joyce bir tek günü anlatan bu kitabı 7 yılda yazmış ve orijinal haliyle basılabilmesi için seksen yıl gerekmiş. Kitap hakkında en yaygın tanıtım şöyledir. “Ulysses, Odysseia’nın modern ve ironik bir alegorisidir.” Şimdi; ukalalık olmasın ama bu cümleyi anlamayan kişiler zaten Ulysses okumaya hiç heves etmesinler. Ben yine siz sayın okurlara ufak bir hizmet vereyim ve “ironik bir alegori” ne demektir açıklayayım. Odesa zaten şu meşhur Yunan mitolojik destanı…
Alegori “Canlandırma” demektir ve bu kelimeyi açıklayabilmek için en çok verilen örnek adalet kavramının gözü bağlı ve elinde terazi olan bir tanrıça ile canlandırılmasıdır. Yani o tanrıça adalet kelimesinin alegorisidir. Başka bir deyişle, birileri elinize kalem kâğıt verse ve “Bana adaleti çizerek anlat” dese kâğıdın üzerine bir şeyler döktürerek derdinizi anlattığınız şeydir alegori… Artık siz adalet alegorisi yapmak için Hazreti Ömer’i mi çizersiniz yoksa Zekeriya Öz’ü mü, orası size kalmış, benim resim yeteneğim olmadığı için Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Osman Can’ın yıllar evvel odasına astığı şu yazıyı çiziktirirdim: “Adaleti Cennette Bulursunuz, Bizden Alacağınız (sadece) Karardır.” İlle çizmek zorunda değilsiniz, önemli olan canlandırmadır, isterseniz Ulysses gibi bir kitap ta yazabilirsiniz.
İroni ise iki anlamlıdır; ilki söylenilenin tam tersinin kastedildiği durumdur. Mesela iş yerinde odanıza herkesin sinir olduğu şef girdi ve yine saçma sapan şeyler söyleyip gitti. Siz de arkasından “Şefimiz her zamanki gibi olağanüstü fikirler verdi.” dediğinizde ironi yapmış olursunuz. İkinci anlamı ise zıt söylemle üstü kapalı bir şekilde dalga geçmek demektir. “Sigarayı bırakmak o kadar kolaydır ki ben tam 32 kere bıraktım” diyen kişi de ironiye tavan yaptırmıştır.
James Joyce’un bir türlü okuyamadığımız kitabını Odesa destanının modern ve ironik alegorisi olarak tanıtan kişi şunu demek istiyordur: James Joyce Odesa destanını, oradaki kişileri ve ilişkileri modern bir yaşam içinde canlandırarak ve olaylar için zıt söylemlerle ve yer yer dalgasını geçerek bize anlatıyor (modern derken Odesa’ya göre modern demek isteniyor, Ulysses 1900 lerin başında yazılmış.).
Bol okumalı bir yaz tatili dilerim sayın okurlar.