Bugün başkent olan bu şehrin, 1920 yılında nasıl bir iktisadi yapısı vardı? Cebinde ne kadar parası vardı, ne alırdı, ne satardı, neyi dışarı gönderirdi? İşte “gizlenenin peşinde” bu kez bir kentin cüzdanına bakıyoruz.
KÜÇÜK BİR KASABA, BÜYÜK BİR YÜK
Ankara’nın 1920’deki nüfusu 25.000 ila 30.000 arasında tahmin ediliyor. Savaşlardan yeni çıkmış, İttihatçıların terk ettiği, İstanbul’un gölgesinden çıkmaya hazırlanan bir Anadolu kenti. Henüz meclis kurulmamış. Ama şehir, yakında başlayacak bir direnişin kalbi olmaya aday.
Ekonomik hayat? Kırılgan. Ama hayatta. Loncalar hâlâ ayakta, çarıkçıdan bakırcıya kadar esnaf yaşıyor. Fakat para yerine mal geçiyor, çoğu alışveriş takasla yapılıyor. Zaten ne para tam para ne de devlet tam devlet...
ANKARA’NIN ALTIN TİFTİĞİ
1920 yılında Ankara’nın en kıymetli ürünü: Tiftik.
Ankara keçisinin incecik tüyünden elde edilen bu malzeme, Fransa ve İngiltere’de yüksek sınıf giysilerin vazgeçilmezi. O yıllarda yılda yaklaşık 150 ton tiftik Avrupa’ya gönderiliyor. Her tonun fiyatı ortalama 5 Osmanlı lirası. Hesapladığınızda, yalnızca tiftikten 750 Osmanlı lirası dolayında bir dış satım geliri var. Az ama kıymetli.
BUĞDAY, ARPA VE YOKLUK
Tiftik dışında temel üretim maddeleri: Buğday, arpa, nohut, mercimek. Yani tahıl ve bakliyat. Beypazarı’ndan Ayaş’a kadar çevre köylerde üretilip Ankara’ya getirilir. Ama savaş sonrası kıtlıkla gelen yıllarda, bu ürünler bile pahalı.
Tahminen 5.000 ton civarında buğday ve arpa ticareti yapılıyor. Cirosu 2.500 Osmanlı lirası civarında. Ne demek bu? Ankara, aç kalmamak için uğraşan bir şehir. Depo yok, silolar yok. Ne ekersen onu yiyorsun, fazlası yok.
NE ALIRDI, NE SATARDI?
İthal edilenler:
- Avrupa kumaşları
- Kibrit ve gaz lambaları
- Şeker, çay, kahve gibi "lüks" maddeler
- Ecza malzemeleri ve basit sanayi parçaları
İhraç edilenler:
- Tiftik
- Deri ve deriden mamul ürünler (çarık, eğer, torba)
- Pekmez, pestil gibi kuru gıda
- Halı ve kilim
Çıkrıkçılar Yokuşu’nda halı, Suluhan’da bakır kap, At Pazarı’nda koyun eti… Her şeyin yeri belli. Ticaretin yüreği loncalarda atıyor ama loncalar can çekişiyor.
KENTİN BÜTÇESİ NEYDİ?
1920 yılında Ankara Belediyesi’nin net bir bütçesi yok. Çünkü ortada tam anlamıyla bir belediye düzeni de yok. Ama bazı tahminler yapılıyor:
- Belediye tahsilatı: Yılda yaklaşık 500-600 Osmanlı lirası.
- Toplam kentsel ciro: 7.000-10.000 Osmanlı lirası arası.
- Esnaf sayısı: 1.000-1.500 arası dükkân ve tezgâh.
Ne demek bu? Ankara, kendi yağıyla kavrulan, dışarıya fazla muhtaç olmayan ama büyük zenginlik de üretmeyen bir şehir.
KERVANDAN TRENE, AMA NEREYE?
1892 yılında yapılan Ankara Garı, 1920’de hâlâ ayakta. Ama trenle gelen mal yok denecek kadar az. Asıl yük hayvan sırtında. Kervanlar hâlâ işliyor. Kağnılar her sabah kasabaya iniyor. Ankara’da taşımacılık, başlı başına bir iş kolu.
EKONOMİNİN ÇOK ÖTESİNDE
Ankara 1920’de ekonomik olarak zayıftı. Ama bu zayıflık, onun ruhunu küçültmedi. Tam tersine, bu iktisadi gerilik, onu başka bir şeye hazırlıyordu: İradeye.
Açlıkla, yoklukla ve belirsizlikle yoğrulmuş bir şehir, 1920’den sonra bir milletin kaderine yön verecek bir başkente dönüştü.
Belki de ekonomik zenginlik değil, ruhsal derinlik yaratır büyük dönüşümleri.