“Gündoğusu benden neler aldı, bana neler kattı artık sayamıyorum. Sadece biraz sırtım ağrıyor. Omuzlarında dünyayı taşıyan Atlas bile benden daha az yorgundur...”
Saat kaçtı hatırlamıyorum
Gündoğusu suratıma çarpana
Anılar zihnimde dansına başlayana
Başım dönene değin,
Olanları hatırlamıyorum..
Bilmediğim dilde bir şarkı
Hissettirdikleri tüm gerçekliğiyle aynı
Acının rengi mi olurmuş
Geceleri tadı hep aynı
Bazen kelimeleri seçemiyorum
Esen rüzgarı takip ediyorum
Temiz hava ciğerime doluyor
Ama ben hala nefes alamıyorum
Evime dönüyorum, ama kaçarcasına
Kafamın içinde bir ses yankılanıyor
Ben bavulumu toparlıyorum
Ama hiç bir sesi tanımıyorum
Bir elçinin çığlığı
Kralların kulağına gitmez
Geceleri surata çarpan rüzgar tokadı
Sesini kimseye duyurmaz
Başım dönüyor dünyayla beraber
Feryat figan bir ağıt kopuyor
Bildiğim kelimeler anlamını kaybediyor
Yetim bir umudun fotoğrafıyla beraber
Gözlerini kapat bir kez
Suratında gecenin sesini hisset
Dokunuşunu duymaya çalış
Bak bakalım, kaç kişinin acısı
Kulaklarına kesilmeden ulaşmış?
Her gece bir acıya gebe
Dünya bu kadar işte
Her gece birileri kaybediyor
Hayat dediğin sadece iki hece
Sar kendini geceleri göğe
Yaşa yarının yokmuşçasına
Çığlık at sınırı olmayan gök kubbeye
Bırak kendini hasret kaldığın özgürlüğe
Soğuk kesiyor ellerini
Artık yakmaya başlıyor tenini
Hani ateş yakardı insanı?
Bırak düşünme geride kalanı
Fesleğen büyüyor isimsiz topraklarda
Bir güvercin yuva yapıyor
Kökünde kan biriken ağaçlara
İnsan yine yaşıyor, gönlünde mezarlarla
Kağıt bazen kurban, kalem ise cellat
Pragmatist fikirler satırlara sığmıyor
İnsan acısını anlatmak İçin
Başka acılardan pay biçiyor
Ve bir çığlık daha kopuyor
Gecenin en aydınlık saatinde
Kızıla çalan rengiyle güneş doğuyor
Güneş, her şeye rağmen
Isıtmak İçin yeniden doğuyor...