Birleşmiş Milletler’in temel amacı uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına hizmet etmektir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bu amaçla kurulmuş ve oluşturduğu tüm organlarını bu amaca göre oluşturmuştur. Bu amaç, her ne kadar iyimser olsa da Birleşmiş Milletlerin bazı eksiklikleri tartışma konusu olmuş ve etkinliği sorgulanmıştır.
Birleşmiş Milletler kurulurken, daha önce benzer amaca hizmet etmiş ancak başarılı olamamış kurum olan Milletler Cemiyeti’ndeki eksikliklerden ders almış ve bu eksiklikleri tamamlama yoluna gitmiştir. Örneğin; Milletler Cemiyeti “savaş” kavramını uluslararası alanda yasa dışı ilan etmiştir ancak bu II. Dünya Savaşı’nın çıkmasına engel olamamıştır. Birleşmiş Milletler ise “savaş” kavramını -bazı spesifik durumlar dışında- yasa dışı ilan etmekle beraber bu kavramı karmaşıklaştırma yoluna gitmiştir. Yine Milletler Cemiyeti, savaşta yenilen ülkeleri örgüte kabul etmemiştir, BM bundan ders alarak bu durumu değiştirmiştir. Ancak, yine de yenen devletler kendilerine bir ayrıcalık tanımışlardır.
Örgüt içindeki yapıda birincil yetki ve sorumluluk 15 üyeli Güvenlik Konseyi’ne verilmiştir. İşte bu noktada, savaşın galibi olan beş kurucu ülke, kendilerini Güvenlik Konseyi’nde beş daimi üye olarak tanıtmış ve kendilerine veto hakkı sağlamışlardır. Örgüte yönelik en önemli eleştiri bu noktada başlamaktadır. Çünkü; bu beş daimi üye, uluslararası alanda kendi politik çıkarlarına göre, engellenebilecek çatışma ortamlarını veto ederek engellenmesine izin vermemektedir. Bu sebepten dolayı, BM bazı olaylarda etkisiz kalmaktadır. Tam olarak sağlanabilecek bir barış ortamının varlığı için BM kendi içinde düzenlemelere gitmeli ve her devlete eşit haklar verilmelidir. Ancak yakın dönemde bu büyük güçler, bu haklarından vazgeçecek gibi gözükmemektedir. Bu durumda Birleşmiş Milletlerin varlığı sorgulanmakta ve haklı eleştiriler getirilmektedir. Son dönemde çıkmış olan “Dünya beşten büyüktür” söylemi bu eleştirilerin bir özeti niteliğindedir. Aynı zamanda, “Barışı sağlama ve koruma örgütü” nün bu beş daimi üyesi dünyanın en çok silah üreten ve pazarlayan ülkeleridir.
Bir diğer eleştiri ise; bir devlet güce başvuracağı zaman, bir dayanağı olmasa dahi, bu durumu “meşru savunma” ya savunmaya bağlama çalışmasıdır. Ülkeler, eskisi gibi çıkarları açık bir biçimde güce başvuramasa da farklı bahaneler üreterek ya da koşulları meşru müdafaa durumuna getirerek güce başvurmaya devam etmektedirler. Bu durum Birleşmiş Milletler yasalarının ucu açık olmasından kaynaklanmaktadır.
Bir diğer eleştirilen kavram ise “İnsancıl müdahale kavramıdır.” Bu kavram, bir ülkenin kendi vatandaşlarına karşı uyguladığı insan hakları ihlallerini engellemek amacıyla BM tarafından kuvvet kullanılabileceğidir. İlk olarak, bu durum BM’ in devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine aykırı olduğu gibi yine BM yasalarına göre kuvvet kullanımının yasaklanması ilkesine de aykırıdır. Yalnız meşru müdafaa halinde, BM bir çözüm üretene kadar devletlerin kuvvetle cevap verebileceği yazılıdır. Bu meşru savunma hakkı ise ancak ülkenin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına tehdit olduğu halde uygulanabilmektedir. Ancak bu ilkelerin çelişmesine rağmen, kendi görüşümce insancıl müdahale kavramı gerekli ve haklı bir kavramdır. Burada yapılabilecek en iyi şey, yasalardaki çelişmeleri düzenlemek olacaktır.
Sonuç olarak, BM çoğu alanda başarılı ve gerekli bir uluslararası barış örgütüdür. Ancak kendi içinde reform çalışmaları yapmasının zamanı gelmiştir. Aksi taktirde, BM’ de Milletler Cemiyeti ile aynı yazgıyı paylaşmaktan geri duramayacaktır.