1922 Yılının Mayısın da, Cumhuriyetin ilanından yaklaşık bir buçuk yıl evvel doğmuş olan annemizi, Muzaffer Tezsezen’i, Pazar günü, 3 Ocak 2021 tarihinde toprağa verdik.
Babası;
Hanya’nın en büyük toprak sahibi Yetimağa-oğulları’ndan.
Ailesi ile birlikte Girit’ten Yunan çetelerinin elinden canını zorlukla kurtarmış. Dayısı Girit’in Ali Paşası. Yunan çetelerinin baskınından, evlerinin yandığını seyrederek ailece sandalla denize açılarak kurtulmuşlar. Ailece sığındıkları sandaldan, üç gün sonra bir İtalyan gemisinin kurtarması ile Türkiye’ye gelip İzmir’e yerleşmişler. Dedem Filistin Yemen cephelerinde üç yıldan fazla savaşmış, Türklere su bile vermeyen pis Arapların yüzünden arkadaşları ile birlikte hayvan idrarları içmek zorunda kalmış (tabi bu yüzden, ellili yaşlarının başında mide kanserinden hayatını kaybetmiş) ve başından sonuna Kurtuluş Savaşına da katılmış bir Girit Türkü idi.
Annesi;
ailesi Afyon Kalesini, Afyon Kapalı Çarşısını, Taş Köprüyü yapan Kaleli Ailesinin kızı. Kapalı Çarşının tüm geliri Hacca gidermiş. Atatürk çıkardığı kanunla bu ziyanı önlemiş. Annemin ailesinde Beylik Ünvanı vardı. Ailenin erkek evlatlarının nüfus kağıtlarında, ismin yanında “BEY” ismi yazar. “Salih Bey” gibi.
Babamla evlendikten sonra, babamın tahsili sürecinde üç sene Paris’te yaşamışlar.
İYİLİK YAPMAYA ADANMIŞ BİR HAYAT
İzmir Yardım Sevenler Derneğinin aktif bir üyesiydi. Mütevazi geliri ile ayrıca bir yandan Mehmetçik Vakfına yardım etmeye çalışırken, diğer yandan her ihtiyaç sahibine ulaşmaya gayret ederdi. Alsancak Devlet Hastanesinin bir odasını tefriş etti, sakatlara tekerlekli sandalye hediye etti vb.
Konu komşunun, akraba ve dostlarının her derdine koşar, fakir fukaraya yardım eder, yemek gönderir, herkese yetişmeye çalışırdı.
O kadar ki, cenaze namazını kıldıran Hoca bile, namazdan önce konuşma yapmış “anne ve babamı tanıdığını, çok muhterem, çok saygıdeğer insanlar olduklarını, askerlik için İzmir’e geldiğinde, belki yirmi otuz kere evlerinde ağırlandığını, yemeklerini yediğini, çaylarını içtiğini” söylemiş...
Annemin gözümün önünden kaybolmayan hayallerinden biri, elinde tabak, kurda kuşa, kediye köpeğe bıkmadan, usanmadan yemek taşırken ki hali. Sokak hayvanlarını üşüyüp, ölmesinler diye kışın evinin içine alıp besleyecek kadar merhametli bir insandı.
Hiç unutmam, ilkokul da idim, aile dostlarımızla Yılbaşı kutlaması için bir otelin restoranına gittiğimiz bir gece, kanserden ölmek üzere olan, bizim Köse Dayı dediğimiz bir çalışanlarının bakımını, temizliğini yapmak ve ona yemek yedirmek için gecenin karanlığında, Balçova’nın pek az insanın yaşadığı arka yamaçlarına gitmiş, yemeğe geç vakit yetişebilmişti.
Vatanını, Türk Milletini canından çok sever, Atatürk’ün ismi geçince içi titrerdi.
Kız kardeşim, senelerce annesine bir bebeğe bakar gibi bakarak, böyle bir anneye layık olduğunu fazlası ile ispatladı.
İşte böyle bir insanı;
Şile’nin meşe ormanlarının içinde, ağaç yapraklarının hışırtısının, yanındaki Camiden yükselen ezan seslerine karıştığı bir koruluğa; bahar da üzerinde gelinciklerin, papatyaların boy vereceği toprağın koynuna, babamızın hemen yanı başına defnettik, onları kavuşturduk.
Cenab-ı Allah’ın sonsuz rahmetine ve Hz. Peygamber’in şefaatine ve şefkatine emanet ettik.
Allah inşallah bizlere de ana babalarımıza layık olmayı nasip etsin...